Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir ile 1 Mayıs Üzerine: Emekten Yana Tam Bağımsız Bir Memleket!

Daima Konu Görseli

Samet Demiryürek hazırladı...

Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Başlıca çalışma alanları: Emek süreci, sosyal politikalar, emek piyasaları, emek politikaları ve sendikalardır. 1 Mayıs’ı merkeze alarak emek hareketlerinin günümüzdeki durumunu, kadın mücadelesinin sınıfsal boyutunu ve sosyalizmi konuştuk. Keyifli okumalar…

  • 1 Mayıs nasıl ortaya çıktı?

“1 Mayıs Uluslararası Mücadele, Birlik ve Dayanışma Günü” nasıl çıktı dediğimizde, biraz tarihe dönüyoruz. 1 Mayıs’ın temelinde 8 saatlik iş günü mücadelesi yatar. 19.yüzyılın başından itibaren işçi sınıfının elverişsiz koşullarda, uzun saatler çalışmak zorunda kalması sonucu, sendikaların ve sınıf örgütlerinin en güçlü talebi, mesai saatlerinin düzenlenmesi oldu. 1 Mayıs 1886’da Amerika Emek Federasyonu, 8 saatlik mesai hakkı için tüm işçi sınıfını genel greve davet etti ve geniş katılımlı bir grev gerçekleşti. Takip eden 2-3 Mayıs 1886’da greve çıkan işçiler ile grev kırıcılar karşı karşıya geldi. Amerikan polisinin grev kırıcıların yanında olaya dahil olması sonucu, çatışmalar ve ölümler gerçekleşti. Ardından 4 Mayıs 1886’da bilinen adıyla Haymarket denen yere, süreci örmek için bir çağrı yapıldı. Büyük provokasyonla karşılaşılması sonucu ağır kayıplar verildi ve tarihe “Haymarket Vakası” olarak geçti. 1 Mayıs’ı günümüzdeki anlamıyla kutlamamız, 1889’da kurulan II. Enternasyonal’in çağrısı ile gerçekleşti. II. Enternasyonal’de 1 Mayıs 1886’ya gönderme yapılarak, bir sonraki yıl yani 1 Mayıs 1890’ın “Uluslararası Mücadele, Birlik ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kararlaştırıldı. İlk etapta tek seferlik bir kutlama planlanmıştı ancak geniş kitlelerin katılımı sonucu, II. Enternasyonal’in de bu doğrultuda karar kılmasıyla beraber 1890’dan bu yana, 1 Mayıs’ı tüm dünyada coşkuyla kutluyoruz. Devrimciler, her mücadeleye bir bayram havasında giderler. Bu anlamda 1 Mayıs hem bir kutlama hem de bir mücadele günüdür. Kapitalizmin tarihsel süreci içinde sermaye sınıfı, işçi sınıfını her zaman bir üretim girdisi yani yalnızca bir maliyet kalemi olarak gördü. İşçi sınıfı da sürekli kendisinin bir maliyet kalemi olarak görülmesine direnerek, yaşamını, onurlu bir hayatı ve geleceği kurma mücadelesi verdi. 1 Mayıs’taki tüm eylem ve mitingler bu tarihsel sürece işaret ediyor ve işçi sınıfı her 1 Mayıs’ta, kendi istediği dünyayı kurma mücadelesini görünür kılıyor.

  • 1 Mayıs’ın Türkiye’deki seyri nasıl gelişti ve özellikle 1977 gibi dönüm noktalarının önemi nedir?

Türkiye’deki tarihsel seyrine baktığımızda, 1889’dan sonra belli coğrafyalarda kutlandığına dair tarihsel notlar mevcut. 1 Mayıs’ı daha yoğun gördüğümüz tarih II. Meşrutiyet sonrasına dayanıyor. Özellikle Balkan kentlerinde Selanik’te ve Üsküp’te kızıl bayraklar eşliğinde coşkuyla kutlandığını görüyoruz. Bildiğimiz üzere Selanik hem sosyalist hareketin hem işçi hareketinin güçlü olduğu bir şehir. Cumhuriyete geldiğimizde ise 1920’de, İstanbul’un işgaline karşı bir eyleme dönüşüyor 1 Mayıs kutlaması. Millî Mücadele döneminde, SSCB ile kurulan sıcak ilişkiler doğrultusunda 1 Mayıs 1923’te Ankara’da büyük bir kutlama gerçekleştiriliyor. 1925’te “Takrir-i Sükûn” ile 1 Mayıs yasaklanıyor ve 50 yıl yasaklı kalıyor. 1975’te kapalı bir salonda kutlanıyor, 1976’da Taksim’de kutlanıyor. Senin de bahsettiğin gibi esas büyük ve kitlesel kutlama 1 Mayıs 1977’de yine Taksim’de gerçekleşiyor. İşçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı ve siyasete yön verebileceğini gösterdiği gündür. İşçi sınıfı 1977’de örgütlü, ülkeye ve kendine dair talepleri olan, insan onuruna yaraşır bir yaşam için mücadele eden bir sınıf. Bildiğimiz üzere kanlı bir saldırıyla ölümler gerçekleşiyor ve “Kanlı 1 Mayıs” olarak tarihe geçiyor. 1978 kutlamaları görece daha büyük katılımlı oluyor. Bir 1979’u bir de Behice Boran’ı selamlamak istiyorum. 1979’da Türkiye’de sıkıyönetim ilan ediliyor, buna rağmen Behice Boran partisiyle Merter’den çıkıp Taksim’e kadar yürüyeceğini söylüyor. Merter’de tutuklanan Behice Boran hâkim karşısına çıkarılıyor. Hâkimin Boran’a yönelttiği “69 yaşındasınız ve Merter’den Taksim’e yürümeyi düşünüyorsunuz, bunu nasıl yapacaksınız?” sorusu üzerine Behice Boran “dinlene dinlene” cevabını veriyor. Ardından gelecek 12 Eylül süreci ile, emek hareketlerinin geriye çekilişini göreceğiz. Sonraki yıllarda Taksim’in, 1 Mayıs mücadelesinin alanı olduğunu görüyoruz. 2008 yılında 1 Mayıs “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul ediliyor ve 2009’da resmî tatil statüsü kazanıyor. Tarihe dair şu küçük notu da düşmek lazım: 1 Mayıs, 1935’te “Bahar Bayramı” olarak kabul ediliyor ve 12 Eylül döneminde ortadan kaldırılıyor. Memlekete dair birkaç 1 Mayıs, bu şekilde özetlenebilir.

  • Türkiye’de emek hareketleri denildiğinde akla gelen iki tarihsel dönüm noktası: Kavel Direnişi ve 15-16 Haziran Olayları. Bu iki hareketin ortaya çıkış koşulları ve işçi sınıfı üzerindeki başlıca etkileri nelerdir?

Kavel Direnişi ve 15-16 Haziran, bu ülkenin yıldızının parladığı anlar. 1961 Anayasası’nın tanıdığı grev hakkının düzenlemeye geçmemesi sonucu Kavel direnişçileri, grev haklarının yasal bir düzenlemeye geçmesi için greve çıkıyorlar. Grevin yarattığı dalga ile 1963’te “Grev ve Toplu İş Sözleşme Kanunu” düzenlenmesi yapıldı. Kavel Direnişi, işçilerin direnişiyle tarihsel bir kırılma noktası oldu. Sınıfın kendi sözünü söylemesi, anayasanın tanıdığı hakkın yasaya geçmesini sağlamıştır.

15-16 Haziran 1970 ise, işçi sınıfının en büyük hareketidir. DİSK’in kapanmasına yönelik tasarının mecliste kabul edilmesi sonrası, sınıfın sendikasına sahip çıkma mücadelesidir. En önemlisi ise bu mücadelenin toplumda geniş bir karşılık bulmasıdır. Sınıf kültürünün ortaya çıkması anlamında oldukça kıymetlidir. Sınıf kültürü, işçilerin bireysel varoluşlarını kültür olarak gören anaakım sosyolojiden farklı bir şekilde, bir sınıfın üyesi olarak hareket etmenin ne anlama geldiğini göstermesidir. Dolayısıyla sermaye sınıfı kültürünün karşısında yer alarak, hakkaniyeti ve dayanışmayı arar. Sınıf kültürünün filizlendiği ve topluma örnek olduğu günlerdir 15-16 Haziran.

  • Kavel Direnişi ve 15-16 Haziran gibi kitlesel hareketlerin günümüzde yeniden yaşanması neye bağlı?

Sınıf siyaseti ve işçi sınıfının tarihsel özne olarak geleceği kurma yönündeki gücü siyasette uzun süredir sönümlendi. Bunun yerine çok iyi bildiğimiz bir kimlik siyaseti gündeme geldi. İşçi sınıfını ortaklaştıran değil, farklı etnisitelerle, farklı kültürlerle, farklı kimliklerle ve farklı milliyetlerle parçalayan bir akademik yaklaşım mevcut. Biz buna kısaca post-modernizm, post-yapısalcılık ya da en genel anlamıyla sol-liberalizm diyoruz. Bunların etkisiyle sınıf siyaseti görece geride kalmıştı. Ama 2025’e umutla başladık, artık kimlik siyasetinin bu iktidarı yerinde tutacak bir siyaset üretemediğini, ortaklaşmalar yaratamadığını görüyoruz. Bugün sokaklar, gençleriyle ve işçi sınıfıyla bir ortak düşü paylaşıyor: Cumhuriyeti savunmak ve daha ileri bir sosyal Cumhuriyete taşımak. Dolayısıyla ortak hareket zemini için gençlerin ve işçi sınıfının talepleri güvencesizliğe, geleceksizliğe, liyakatsizliğe ve adaletsizliğe karşı eşit, adaletli ve özgür bir toplum. Bu da aslında bir sosyalist Cumhuriyet anlamına geliyor.

  • “Sınıf hareketinin mümkün olduğuna, işçi sınıfının gücüne, kendi kaderlerinin memleketin kaderi ile bir olduğuna, yurdun kendi elleri ile kurtulacağına inananların yarım yüzyıl önceki kavgasına selam olsun!” Bu cümleler, 15-16 Haziran’ın 49. yılında kaleme aldığınız bir yazıya ait. Eğer işçi sınıfı bugün yeniden “yurdun kendi elleri ile kurtulacağına” inanırsa, bu inanç sadece bir direnişin değil, aynı zamanda Türkiye’de sosyalizmin inşasının da başlangıcı olabilir mi?

Kesinlikle. İşçi sınıfının insanca çalışma koşulları ve onurlu yaşam talepleri, yalnızca kendi talepleri olarak görülemez. Bu aslında tüm toplumun koşullarını iyileştirme mücadelesidir. Biz biliyoruz ki işçi sınıfı, kendisiyle beraber insanlığı bir üst aşamaya götürebilecek olan tarihsel öznedir. Dolayısıyla işçi sınıfı, eşit, adil ve insan onuruna yaraşır yaşam taleplerini ne zaman yüksek bir sesle dile getirirse, bu yeni bir ülke kurma sözüdür. Bu yeni ülkeye de sosyalizmden başka ne ad verebiliriz? Ortak mücadele, mutlaka içinde devrimci ve sosyalist nüveleri barındırmaktadır. Bunun dile gelmesi ve geleceği kurması, politik mücadele ile ve zaman içerisinde oluşacaktır.

  • Gıdaya, barınmaya ve en temel yaşam haklarına ulaşamayan milyonlar varken, sizin de deyiminizle “bugün sosyalizm demeyeceksek ne zaman diyeceğiz?”

Ülke ne zaman toplumsal bir kalkışma sürecine girse, “sosyalizm demenin sırası mı şimdi?” söylemiyle karşılaşıyoruz. “Siyasal iktidar gitsin, demokrasi gelsin diyelim ama sosyalizm demenin sırası mı?” Tam da bu noktada, “bugün demeyeceksek ne zaman diyeceğiz?” diyorum. İnsanların ne istemedikleri önemlidir ama ne istediklerine dair bir sözü üretmek çok daha değerli. Ne istediklerini söyleyebilecek tek siyaset sosyalizmdir. Senin de belirttiğin gibi bu ülkenin insanları işe, istihdama, sağlığa, eğitime ve geleceğe ihtiyaç duyuyorlarsa, ihtiyaç duydukları şeyin adının “sosyalizm” olduğunu her zamankinden daha yüksek sesle söylemeliyiz. Bugün ve yarın için önemli. Bugün sosyalizm iddiamızla hemen karşılık bulamayabiliriz; ancak bu iddiadan vazgeçmemeli, bu toplumun daha güzel yarınlara ulaşması için tek çıkış yolunun sosyalist Cumhuriyet olduğunu ısrarla vurgulamalıyız. Yineliyorum: “bugün sosyalizm demeyeceksek ne zaman diyeceğiz?

  • Günümüzde kadın mücadelesi ve emek hareketleri birbirinden bağımsız alanlar olarak ele alınırken, siz kadınların özgürleşmesi ile sosyalist toplum inşasının ayrı düşünülemeyeceğini vurguluyorsunuz. Yine, 1917 Ekim Devrimi öncesinde tekstil işçisi kadınların sokağa çıkmasıyla devrim fitilinin ateşlendiğini hatırlatıyorsunuz. Bugünün 1 Mayıs meydanlarında, kadın mücadelesi ile işçi hareketleri sizce nasıl daha güçlü bir ortak zeminde buluşabilir? Bu birleşme gerçekleştiğinde, sosyalist Cumhuriyet yolunda nasıl bir tarihsel ivme yaratabilir?

Çok önemli bir konu. Bugün, siyasal iktidarın gerici ve piyasacı hamleleri karşısında en çok yıpranan kesim, kadın emekçilerdir. Kadınlar, özellikle gericilik kıskacı altında, toplumsal yaşamda çok zor durumlar altında kalıyorlar. Kadınların kurtuluşunu, toplumun kurtuluş mücadelesinden bağımsız olarak düşünemeyiz. Dolayısıyla kadın hareketini, bireysel özgürlükler ve belli yaşam tercihleri üzerine sıkıştıran bir mücadele hattını değil; kadını, toplumun kurtuluşu ve yeniden kuruluşunda öncü olarak görecek bir kadın emeği mücadelesini yükseltmek gerekiyor. Kadın emekçilerin ancak, eşit, özgür, laik, anti-emperyalist, tam bağımsız bir ülke içinde kendilerini var edebileceklerini görmek gerekiyor. Bugün kadınları siyasete hem yurttaşlar hem yoldaşlar hem de özgür kadınlar olarak çağırmanın; toplumun kurtuluşu, sosyalizmin kuruluşuna verecekleri omuzla ve öncülükle anmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

  • Son olarak, emekçilere, öğrencilere ve 1 Mayıs’ı kutlayacak olanlara iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

1 Mayıs’ta hepimiz alanlarda olmalıyız. 1 Mayıs, işçi sınıfının yalnızca tarihsel direnişini değil, adil ve umut dolu bir geleceği inşa etme iradesini işaret eden bir çağrıdır. Dolayısıyla biz 1 Mayıslarda, hem geçmişten bugüne işçi sınıfının verdiği mücadeleleri ve kazanımlarını selamlamak, hem de daha güzel bir geleceği inşa etme mücadelesine sahip çıkmak için meydanlarda olmalıyız. Her 1 Mayıs, işçi sınıfının görünür olduğu, sınıf siyasetinin hem ülkenin hem dünyanın geleceğini değiştirecek tek siyaset olduğunu göstermesi anlamında çok kıymetli. 1 Mayıs’ta taleplerimiz çok net: geleceksizliğe ve güvencesizliğe karşı, kamusal eğitim, kamusal sağlık, herkese istihdam, yaşanabilir bir ücret ve insan onuruna yaraşır bir yaşam. 1 Mayıs 2025’i toplumsal muhalefetin hareketlendiği; gençlerin, kadınların ve işçilerin başka bir dünya için seslerini yükselttiği bu dönemde, sınıf siyasetiyle ve sosyalist mücadeleyle birleştirelim. Öğrenciler, işçiler, kadın emekçiler omuz omuza vererek, daha eşit, daha özgür ve daha güzel bir ülkeyi hep birlikte kuracağımızın sesini ve sözünü büyütelim. Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın devrim!

Jack London’a bir selamla, uçurumdan yuvarlanmayacağız, uçurumdan yuvarlanılmasına da izin vermeyeceğiz. Biliyoruz ki insan, uçurumun kenarına varmadıkça kanatlanamaz. Sosyalist Cumhuriyet ve yurttaşlık için mücadele, toplumsal olanı savunmak için verilen mücadeledir aynı zamanda. Bugün yaşadığımız hayat eşitsiz ve adaletsiz ise önümüzdeki seçenek onun adaletsizliğini düzeltmek değil, yaşadığımız hayatı başka bir hayatla değiştirmektir. Çünkü umuda, bahara, gençlere ve Cumhuriyete en çok sosyalizm yakışır!