Kemalizm: Dün-Bugün-Yarın
12 Mart 1971, Türkiye tarihindeki en büyük kırılmayı gerçekleştirmiştir. O tarihten itibaren artık Türkiye’de bambaşka paradigmalar hâkimdir. Kemalizm’in en büyük sancaktarı olan Yöncüler yenilgiyle köşelerine çekilmiş, sosyalist sol ise 71 Kopuşu ile Kemalizm’den ayrılmıştır. Kemalizm’i ülkede hâkim olan yeni paradigmaya uyarlayacak teorisyen bir akıl kalmamıştır. 1971’den itibaren Kemalizm’in düşünsel gelişimi durmuştur. 80’ler ve 90’lar boyunca teori üzerine yeni bir şey koymadan anca bir mevzi savunması verilmiştir. Bu savunma da 90’larda yaşanan cinayetlerle Atatürkçü aydınlar kırılarak çökertilmiş ve Kemalizm tamamen geri çekilmiştir. 2000’li yıllara Kemalizm’in bittiği, geri kalmış bir fikir olarak tarihe karıştığı, ulus devletlerin çağının geçtiği, laikliğin yeniden yorumlanması gerektiği gibi fikirlerin hâkimiyetinde girdik. Geldiğimiz noktada ise bittiği, tarihe karıştığı, unutulduğu sanıldığı anda halkın Kemalizm’i tekrar keşfettiğini görüyoruz. İnsanlar bu coğrafyada her tür bela ile sınanmış ve kısmen de olsa başarılı olmuş tek ilerici pratik olan Kemalizm’i yine kurtarıcı olarak görüyor. Çünkü Kemalizm kâğıt üstünde tasarlanmadı, onu yaratan miras 200 yıl boyunca her türden gerici düşmanla çarpışa çarpışa, bu ülkenin tüm gerçekleriyle sınana sınana şekillendi. 200 yıllık arayış nihayetinde Kemalizm ile sonuçlandı ve o bu ülkenin en büyük ilerici pratiğini gerçekleştirdi. Bu ülkenin modernleşme mirasını ve bu mirasta en büyük yer kaplayan Kemalizm’i reddeden veya kazanımlarını küçümseyen hiçbir fikrin bu ülkede başarı şansı yoktur. Bugünlerde bu gerçek çok daha fazla kişi ve kesim tarafından görülmeye başlandı. Nitekim bu durum Kemalizm tartışmalarını da canlandırdı. Kemalizm’in niteliği, karakteri, sınıfsal yapısı, potansiyeli tekrar tartışılmaya ve farklı farklı Kemalizm yorumları şekillenmeye başladı. Biz de bu yazı ile bu tartışmalara bir zemin sunmaya çalışacağız.
Kemalist Devrim bir burjuva devrimi midir?
Kemalist Devrim, kapitalistleşememiş ve kendi düzenini getirebilecek ölçüde güçlü bir burjuva sınıfı oluşmamış bir ülkede, aydın asker ve bürokratların burjuvazi adına gerçekleştirdikleri bir burjuva devrimdir. Devrimi gerçekleştirenlerin burjuva sınıfından olmaması, devrimin karakterini ve kurduğu düzeni değiştirmez. Kemalist Devrim, klasik bir burjuva devriminin tüm temel niteliklerini taşır; uluslaşma, laiklik, merkezileşme, hukuk devletinin tesisi, milli sermaye yaratma vs. devrimin halkçı niteliği de bunu değiştirmez zira halkçılık, monarşi ve aristokrasilere karşı yükselen burjuva devrimlerinin niteliklerinden biridir. Burjuva devrimleri, kendinden önceki düzene kıyasla halk için pek çok kazanım sağlamıştır ancak unutulmamalıdır ki burjuva düzeninde asıl korunan ve hâkim sınıf; sermaye sınıfı yani burjuvazidir. Kemalist Devrimin milli burjuva yaratma hevesi de buradan gelir; milli bir burjuvazi yoktur ama kurulan burjuva düzeni için milli bir burjuvaziye ihtiyaç vardır. Devletçiliğin dahi asıl amacı milli burjuva yaratmaktır.
Kemalist Devrimin bir burjuva devrimi olması bir takım Marksist çevrelerin düşündüğü üzere olumsuz bir nitelik değildir. Marksist açıdan bakacak olsak bile; tarihsel materyalizme uygun şekilde feodal bir toplumun burjuva toplumuna dönüşmesi ilerici bir değişimdir. Türkiye bu sayede monarşiyi yıkmış, laikliği getirmiş, merkezi devleti güçlendirmiş, feodalizmi tam olarak yok edemese bile üretim ilişkilerini değiştirmiş ve düzeni feodal bir düzen olmaktan çıkararak daha ilerici olan burjuva düzenine çevirmiştir. Varlığını sürdüren feodalleri de esasen burjuvaziye tabi kılmıştır. Türkiye’yi daha ileriye yani sosyalist bir topluma taşıyacak şartlar o gün için mevcut değildir. 1923'te Türkiye'nin ihtiyacı olan ve imkânının elverdiği, burjuva devrimidir. Kemalist Devrim de Türkiye'ye bunu vermiştir. Toprak reformunu gerçekleştiremeyip feodalizmi tam olarak tasfiye edememesi varoluşsal temellerini sarsan hayati bir eksiği ve hatasıdır ancak buna rağmen ilerici vasfı muhakkaktır.
Kemalizm bir ideoloji midir?
Kemalizm, elbette düşünce tarihindeki dört başı mahmur temel ideolojilerden biri değildir. Özellikle iktisadi temelinin zayıflığı ve bu konuda izlediği değişken politikalar, çoğunlukla Marksist çevrelerden gelen “ideoloji olmadığı” yönünde eleştirilere sebep olur. Ancak bir düşüncenin ideoloji olabilmesi için illa ki sistematik ve özgün bir iktisat doktrinine sahip olması gerekmez. Bir ideoloji kültürel ve siyasal doktrin üzerine de kurulabilir. Aksi halde sosyalizm ve liberalizm gibi özgün iktisadi doktrinlere dayanan temel ideolojiler dışında başka bir ideolojiden bahsedebilmek mümkün olmayacaktır.
Gramsci’ye göre ideolojiler sadece iktisadi doktrinlerden ibaret değildir, ideoloji bir dünya görüşü, anlamlar bütünü ve toplumsal rıza üretim aracıdır. Kemalizm; Türkiye’deki üretim ilişkilerini, kültürel, sosyal ve siyasal yapıyı kökten değiştirerek kendi toplumsal rıza üretimi sağlamış ve kendi hegemonyasını kurmuştur. Yani Gramsciyen gözle bakarsak Kemalizm pekâlâ bir ideolojidir.
Kemalizm; cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik düşünceleri etrafında kendi anlamsal, kültürel ve siyasal bütünlüğünü sağlamıştır. Kemalizm’in iktisadi yönü ise, siyasal ve kültürel yönünü desteklemek üzerine kurulmuştur, yani uluslaşma ve milli sermaye yaratma. Dolayısıyla iktisat politikaları değişken olmakla birlikte her zaman kültürel ve siyasal bütünlüğünü destekler nitelikte ve tutarlıdır.
Netice itibariyle Kemalizm; anlamlı ve tutarlı bir düşünsel bütünlük sağlamış, siyasal, toplumsal ve kültürel yapıda köklü değişiklikler gerçekleştirmiş, rıza üretimini sağlayarak kendi hegemonyasını kurmuştur. Kültürel, siyasal, toplumsal veya iktisadi alanlarda yepyeni özgün bir teori yaratmamış olsa da özgün bir sentez yaratmış ve bunu ulusal kurtuluş mücadelesi ile birleştirerek öncü bir pratik sergilemiştir. Bunlar göz önüne alındığında Kemalizm’in bir ideoloji olabilecek bütünlük ve yeterliliğe sahip olduğu görülmektedir.
Kemalizm’in sağı solu var mıdır?
Her ideolojinin sol ve sağ kanatları vardır; sosyalizmin de, liberalizmin de faşizmin de ve bunlar arasında yol tutturmuş her tür siyasetin de. Zaten doğal ve olması gereken budur zira böyle bir ayrım yoksa ortada bir ideoloji yok demektir. Bu ayrımın olmayacağı yer anca Kanarya Sevenler Derneği’dir. Kemalizm ise bir dernek tüzüğü veya kabile inancından ibaret değildir ki üzerinde uzlaşılan tek ve mutlak bir tipi olsun.
Sağ-Kemalizm ve sol-Kemalizm, “sağcı Kemalizm” ve “solcu Kemalizm” anlamına gelmez, Kemalizm’in içindeki sağ ve sol kanadı ifade eder. Kemalizm’in sağ ve sol kanat ayrımı ise sanılanın aksine 1960’larda Yön çevresinin Kemalizm’i sosyalizmle harmanlama çabasından çok daha önce doğmuştur. Henüz Atatürk hayattayken dahi sağ ve sol Kemalizm ayrımı mevcuttur. Ülkü dergisi çevresi ve Kadro dergisi çevresi bu ayrımın en görünür yüzüdür. Kemalizm’in içinde böyle bir kanatlaşmayı kabul etmeksizin Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Ahmet Ağaoğlu, Sadri Ertem, Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi birbirinden çok farklı görüşlere sahip isimleri tek bir ideolojinin altında toplayabilmek mümkün değildir.
Elbette sağ ve sol Kemalizm ayrışmasının bir sınırı vardır aksi halde ideolojik bütünlük bozulur ve iki ayrı ideoloji ortaya çıkar. Kemalizm’in bu sınırı ise cumhuriyet, ulus devlet ve laiklik gibi onun asıl karakterini oluşturan ilkelerdir. Sağ ve sol kanadı, Kemalizm şemsiyesi altında tutan budur. Örneğin bir Kemalist ne kadar sağda olursa olsun monarşiyi veya şeriatı savunamaz, savunursa Kemalizm’in ideolojik bütünlüğünden çıkmış demektir. Veya bir Kemalist ne kadar solda olursa olsun ulus devlete karşı olamaz, olursa Kemalizm’in ideolojik bütünlüğünden çıkmıştır.
Sağ ve sol kanat ayrımında en büyük ayrışma Kemalizm’in iktisadi doktrininin zayıflığından ve bu alandaki arayışlardan doğmuştur. Sol-Kemalizm’in öncüsü olarak bu ayrışmayı belki de ilk yaratan Kadro dergisi de bu arayışın sonucudur ancak bu konudaki en keskin ayrım 1960’lı yıllara geldiğimizde Yön dergisi çevresinde toplanan aydınların Kemalizm’in iktisat doktrinindeki eksikliği sosyalizmden faydalanarak doldurmaya çalışmasıyla yaşandı. 1960’lı yılların başından itibaren Türkiye’de üzerine en çok yazılıp çizilen, en çok tartışılan konu bu olmuştur. Öyle ki çok sayıda aydın yetişmiş, muazzam büyüklükte bir külliyat oluşmuştur. Sol-Kemalizm diye bir şey en başta olmasaydı bile bunca mesai sonrası hiç yoktan dahi var edilirdi.
Sosyalist bir Kemalizm mümkün müdür?
Kemalizm’in mutlak bir iktisadi doktrini ve değişmez bir iktisat politikası yoktur. Atatürk hayattayken dahi iktisat politikalarında değişim yaşanmıştır. 1920’li yıllarda görece daha liberal ve özel sektörü ön plana alan bir iktisat politikası benimsenmişken 1930’lu yıllarda devletçi iktisat politikalarına geçilmiştir. Atatürk döneminin devletçilik politikası ekonomik bir rejim olarak dogmatik veya doktrinel değil, daha çok pragmatik bir seçimdir. Amaç, dönemin şartlarına göre en uygun modelden fayda sağlamaktır. Devletçiliğe geçişte Kemalizm’in kendinden kaynaklı ideolojik bir karar söz konusu değildir. 1929 Ekonomik Buhranı’ndan sonra tüm dünyada liberal iktisat politikaları terk edilip devletçi politikalara geçilmektedir, ABD’nin dahi müdahaleci politikalar uyguladığı bir dönem yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda Türkiye’de de dünyadaki genel eğilime uygun olarak devletçiliğe geçilmiş ve devletçilik bu tarihten sonra ilkeler arasına girmiştir. Nasıl ki 1920'lerin liberal Kemalizm’i 1930'ların devletçi Kemalizm’ine taşınmışsa pekâlâ sosyalizme de taşınması mümkündür. Belki de Kemalizm bu topraklara özgü sosyalist modelin adı olacaktır.
Kemalizm, devletçiliğe geçtikten sonra bunu mutlak bir ilke olarak görmemiş ve iktisadi politika arayışını sürdürmüştür. Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi bu arayışın en büyük örneğidir. Bu parti bizzat Atatürk’ün isteği ve emriyle, devletçi iktisat politikasına liberal bir alternatif sunması için kurulmuştur. Atatürk’ün isteği üzerine Fethi Okyar, Atatürk’e açık bir mektup yazarak niçin parti kurmak istediğini şu sözlerle açıklar: “Cumhuriyet’in aşığı olmak sıfatıyla bu gayelerin husulü emelinde binaenaleyh tam ve hakiki Cumhuriyetçi bütün manasıyla lâik ve fakat Cumhuriyet Halk Fırkasının mali ve iktisadi ve dâhili siyasetlerinin birçok noktalarına müstearız bulunan ayrı bir fırka ile siyasi mücadele sahnesine atılmak azmindeyim”. Bu metin doğrudan Atatürk’ün isteği üzerine yazılmıştı ve gazetede yayınlanmadan önce kontrol edilmişti. Öyle ki sonundaki “azmindeyim” kelimesi “arzusundayım” şeklinde değiştirilmişti. Böyle küçük bir ayrıntıya dahi dikkat edip müdahale edilirken iktisadi içeriğe dokunulmaması Atatürk’ün özellikle liberal bir parti kurulmasını istediğini gösterir. Kaldı ki partinin adındaki “serbest” kelimesinin o dönem siyasetindeki karşılığı “liberal” idi ve parti programında iktisadi ve mali hususlar ağırlıktaydı. Yani Serbest Fırka; cumhuriyete, milliyetçiliğe veya laikliğe alternatif yaratması için kurulmuyordu, bunlar Kemalizm’in temeliydi ve bunlara alternatif yaratma fikri kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi hatta öyle bir alternatif hayati bir tehlike olarak görülürdü fakat iktisat politikalarına, devletçiliğe bakış aynı değildi.
Kemalizm, iktisat politikası arayışındadır. O sebeple Kadrocular veya Yöncüler onu teorize etmeye çalışırken, eksiği ve arayışı olan iktisadi doktrini yaratmaya çabalamıştır. Kemalizm’in devletçiliğini değişmez bir ilke olarak kabul edecek olursak görece daha liberal iktisat politikalarının izlendiği 1920’li yılları Kemalizm’in dışında bırakmamız gerekir. Kemalizm’in iktisat politikasının değişmezliğinde ısrar etmek bugün halen devlet eliyle milli burjuva yaratmakta ısrar etmek anlamına gelecektir. Oysa Kemalizm bunu 1960’ların sonlarında Avcıoğlu eliyle aşmıştır. O halde Kemalizm’in en büyük teorisyenlerinden biri olan Avcıoğlu’nu da Kemalizm’den aforoz etmek gerekecektir. Böyle bir şey mümkün müdür?
Kemalizm sabit ve donmuş bir ideoloji değildir. Elbette cumhuriyetten, ulus devletten veya laiklikten vazgeçmiş bir Kemalizm’e artık Kemalizm diyemeyiz. Yorumları veya tonu değişse bile bunlar Kemalizm’in temelidir. Ancak Kemalizm bu temele dayanmaya devam ederek çağın gereklerine göre kendini yenileyebilir. Bu aynı zamanda devrimcilik ilkesinin de gereğidir. Nasıl ki şartlar gereği liberal bir iktisat politikasından, devletçiliğe geçilmişse, sosyalist bir iktisat politikasına da geçilebilir. Bu geçiş Kemalizm’i Kemalizm yapan temele aykırı değildir. Bu, Kemalizm’i aşmak da değildir, onu ileri taşımaktır.
Avcıoğlu, Kemalizm’in doğal sonucunun sosyalizm olacağını, Kemalizm’in doğal yolunda ilerlerse sosyalizme varacağını söylüyordu. Şunu eklemeliyim ki; burada Avcıoğlu'ndan ayrılıyorum. Bana göre Kemalizm’in doğal sonucu sosyalizm değildir ama bu sonuca da varması mümkündür. Birbirinden farklı Kemalist modeller içerisinde olabilecek ve kanımca olması gereken Kemalizm budur.
Peki neden sol-Kemalizm?
Türkiye, uluslaşma sürecine Avrupa'ya kıyasla en az 100 yıl geç girdi. Bu geç kalış sebebiyle uluslaşma sürecimiz, henüz tamamlanmamışken kendimizi Soğuk Savaş'ın en ön cephesinde karakol olarak bulduk. Hal böyle olunca Türkiye'deki uluslaşma; tamamlanamadan, toplumsal bölünmüşlüğü gideremeden sona erdi. NATO milliyetçiliği ise var olan toplumsal bölünmeyi derinleştirmek üzerine kuruluydu. Sonucunda da Türkiye'deki gibi hiçbir ortak değer ve aidiyeti paylaşmayan bölünmüş bir toplum ortaya çıktı. Türkiye, tam ve sağlıklı bir şekilde uluslaşamadı.
Türkiye’nin bugün başına bela olan pek çok sorunun kökeninde uluslaşamama vardır; etnik sorunlar, bölünme tehlikesi, İslamcılık, kutuplaşma, devlete tapınma, cemaatler, aşiretler, toplumsal dayanışma ve kardeşlik hissinin eksikliği… Uluslaşamamış bir toplum iç ve dış sömürgenlere karşı tamamen savunmasız haldedir; kolayca parçalanır, kandırılır, birbirine düşman edilir ve sömürülür. Uluslaşamayan birey kendini devlet sanıp kendi insanına, komşusuna, yurttaşına düşman olur, hakkını arayan işçiye, öğrenciye düşman olur, yabancı maden şirketlerine karşı toprağını savunan köylüye düşman olur. Türkiye’de yaşanan budur. Milliyetçilik, tarihte oynadığı ilerici rolü Türkiye’de tamamlayamamıştır, Türkiye’nin uluslaşmaya ihtiyacı vardır.
Peki nasıl bir milliyetçilik ve nasıl bir uluslaşma? Biliyoruz ki bir ideoloji olarak milliyetçilik ve ulus devletler, tarihte burjuvazinin talepleri olarak yükseldi. Burjuvazinin; monarşiye, aristokrasiye ve feodalizme karşı mücadelesinde dayanağı ve kalkanı buydu. Akabinde gelişip semirebilmek için de ulus devletlerin koruyuculuğuna ihtiyacı vardı. Günümüzde ise yeterince gelişip semiren burjuvazi artık ulus devlet kalıbını aşmak istemektedir; küreselleşmek, çok uluslulaşmak, sınır ötesine taşmak. Artık sermaye; ulus ve ulus devleti önünde bir engel olarak görmektedir. Burjuvazi kendini yaratan / kendi yarattığı değerlere ihanet eder hale gelmiştir. Sadece ulus devlet değil, örneğin laiklik; tarihte milliyetçilik ile birlikte ve onun tamamlayıcısı olarak sermayenin bir talebi olarak yükselmişti, burjuva milliyetçiliğinin kazanımı oldu. Peki, bugün burjuvazi, laikliğin bekçisi midir yoksa çıkarı için her tür gericilikle işbirliğine hazır mıdır? Cumhuriyet’in yarattığı “milli sermaye”, laikliğin altını oyanlarla, İslamcılarla iş tutmuyor mu? Laiklik, hukukun üstünlüğü, cumhuriyet, feodalizmin tasfiyesi, milli birlik, ulusal onur vs. sermaye artık tüm bu değerlere ihanet etmiyor mu? Sermayenin bu ölçüde küreselleştiği, gericileştiği ve kendi halkına karşı bu ölçüde acımasızlaştığı bir dönemde geniş halk kitlesinin çıkarını onu zerre umursamayan ve artık kendi değerlerine bile ihanet eden sermayenin çıkarıyla bir tutmak mümkün değildir. Milli sermaye hayali çökmüştür. Milliyetçilik bir hayali kutsamak yerine gerçekten milleti savunacaksa sınıf çatışmasını kabul edip milletin çoğunluğunu oluşturan emekçilerden yana taraf olmak zorundadır. Aksi halde toplumdaki bölünme ve çelişkilere çözüm sunabilmesi mümkün değildir.
Marx; “İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şey alınamaz. Proletarya, her şeyden önce siyasal hâkimiyeti fethetmek, ulusal sınıf durumuna yükselmek, kendisi ulusu oluşturmak zorunda olduğundan zaten ulusaldır; ama kesinlikle sözcüğün burjuva anlamında değil.” demektedir. Bugün gerçekten de burjuvazi, gerici iktidarla işbirliği ve yabancı sermaye ile ortaklık yaparak, ayrıca küresel göçü ucuz emek kaynağı olarak kullanarak emeği ile geçinen yoksul halkın elinden vatanını çalmıştır, vatanları yoktur. Emekçi sınıf, doğası gereği ulusal sınıf haline gelmek ve kendisinden çalınan vatanı geri almak zorundadır.
Netice itibariyle Türk halkı, hem uluslaşmak hem de emekçi sınıflardan yana sınıf mücadelesi vermek mecburiyetindedir. Bu ise her iki mücadelenin de kavgasını veren sol-Kemalizm ile mümkündür. Mahmut Esat Bozkurt’un dediği gibi: “Ben yer için, gök için, ağaç, su, taş ve toprak için milliyetçi değilim. Bence modern milliyetçilik Marksizmden faydalanmak zaruretindedir. Ve benim dilimi konuşanların, benimle aynı tarihe bağlı olanların, milli acıları ve sevinçleri benimle paylaşanların maddi - manevi refaha kavuşabilmeleri için bundan başka çare yoktur.”
(21.04.2025)