1 Mayıs: Dünya İşçi ve Emekçi, Türkiye İşbirlikçilik ve Oportünizm Bayramı
Devrim yazdı...
Geçtiğimiz Perşembe tüm Dünya 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’nı kutladı. Her ülkenin kendi siyasi atmosferi çerçevesinde farklı biçimlerde kutlanılan bayram Türkiye’de biraz daha farklı kutlanıyordu. Burada 1 Mayıs işçi ve emekçilerin sorunlarını, siyasi taleplerini sahaya taşıyan ve onları merkeze alan bir gün gibi kutlanmaktansa adeta “sol, sosyalist” grupların işbirlikçi ve oportünist tutumlarını yarıştırma gününe dönmüş durumdaydı. Bu durumun en belirgin olduğu yer, şüphesiz ki, Taksim tartışmalarıyla çalkalanan İstanbul’du.
Hakkaniyeti sağlamak adına yazıyı yazmadan önce partilerin potansiyel eleştitirilerini yapabilecekleri bir süre beklemek istedim. Yazı 1 Mayıs’tan tam üç hafta sonra yazılıyor olmasına rağmen geçen sürede herhangi bir sol, sosyalist parti yazıda bahsedilen bağlamda ciddi biz özeleştiri veya genel sol eleştirisi getirmedi.
Türkiye’de 1 Mayıs’ın Kısa Tarihi
Tartışmaları ve geçtiğimiz hafta sergilenen işbirlikçi ve oportünist tavırları daha iyi anlamak için hem 1 Mayıs’ın hem de Taksim’in geçmişine bakmak faydalı olacaktır. 1 Mayıs ülkemizde ilk defa 20. Yüzyılın başlarında kutlanmaya başlamış ve bu kutlamalar Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte hız kazanmıştı. Öyle ki 1923 yılında ilk kitlesel 1 Mayıs kutlanmıştı. Bu 1 Mayıs uzun yıllar boyu ilk ve tek kitlesel 1 Mayıs kutlamaları olma özelliğini koruyacaktı çünkü hemen bir sonraki yıl 1924’te kutlamalar yasaklanmıştı. Yeni kurulmuş Cumhuriyet hem siyasal hem iktisadi hem de sosyal zorluklar yaşıyor, kendi iç çelişkileri bu çatışmalara zemin hazırlıyordu. Bu çekişmeler ilerleyen yıllarda bayramın ismi ve günü hakkında çıkan tartışmalarla devam etti. 1976 yılına varıldığında ise güçlenen sol, sosyalist akımın da etkisi ile 1 Mayıs beş yüz bin kişiye varan kalabalıklarla kutlanmaya başlandı. DİSK ve dönemin TKP’si bu 1 Mayıs mitinglerinin örgütleyicisi konumundaydılar. Dolayısıyla 1977 yılında ikincisi düzenlenen 1 Mayıs mitingine Maocu kimi grupların alana alınmaması adına önlemler alınmıştı. Kortejler sabah Saraçhane’de oluşturulmuş ve Taksim’e varılması akşam saatlerini bulmuştu. Saat akşam yedi sularında bir grup Intercontinental otelinin (bugünkü The Marmara Otel) çatısından meydanda bulunan kalabalığa doğru ateş açtı. Açılan ateş sonucu oluşan izdihamda 34 işçi hayatını kaybetti. İktidar DİSK’in Maocu gruplara olan yaklaşımını kullanarak bu saldırıyı Maocuların gerçekleştirdiğini açıklasa da bugünden bakıldığında olayın devlet-mafya iş birliği içerisinde yükselen sol hareketleri engellemek için gerçekleştirildiğine dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Bu olay tarihe kanlı 1 Mayıs olarak geçti ve o gün hayatını o meydandı kanıyla sulayanlar Taksim ve 1 Mayıs’ı toplumsal hafızamızda birleştirdi. O günden bugüne halkın hedef ve isteği her zaman 1 Mayıs kutlamalarını Taksim’de yapmak yönünde oldu.
1980 darbesi sonrası gelen baskılarla birlikte uzun süre boyunca 1 Mayıs kutlanamadı. 1989 yılında kitle Taksim’i zorlarken Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi hayatını kaybetti. 1990 yılında yine çıkan olaylar sonucu İTÜ öğrencisi Gülay Beceren felç oldu. Bu dönemden sonra kitlesel olarak ilk defa 1996’da Kadıköy’de kutlanabildi. Kutlamalar esnasında polisin ateş açması sonucu üç kişi hayatını kaybetti. Yine olaylı geçen birkaç sene sonrasında 2006 yılında yine Kadıköy’de kitlesel bir kutlama daha yapıldı. Bu süreç boyunca sayısı değişen bir biçimde Taksim ısrarı hep sürdü ve kitleler 2007 yılında yine kalabalık bir biçimde Taksim’i zorlamaya çalışırken çıkan olaylar sonucu İbrahim Sevindik isimli bir işçi hayatını kaybetti. Hükümet bir sonraki sene 2008’de 1 Mayıs’ı “Emek ve Dayanışma Günü” olarak tanıdı. Aynı sene kitleler yine Taksim’i zorlayarak iradesini göstermişti. Bu iradenin de bir sonucu olarak 2009’da hükümet 1 Mayıs’ı resmî tatil olarak ilan ederken Taksim’e “makul” bir kalabalığın çıkmasına izin verilmiş ve DİSK beş bin kişiyi alana sokabilmişti. Seneler süren ısrar ve iradenin bir sonucu olarak hükümet Taksim’i yeniden halka ve işçilere açmak zorunda kalmış 2010’da otuz iki yıl sonra 1 Mayıs Taksim’de kitlesel bir şekilde kutlanmıştı. Kutlamalara bu sene yüz bini aşan insan katılmış sonraki iki sene de izin çıkması üzerine katılım yarım milyonlara ulaşmıştı. Bu aynı zamanda tarihimizin 1977 sonrası en kitlesel en kalabalık 1 Mayıs kutlamaları anlamına gelmekteydi. Bu kutlamalar sonrası 2013’te yasaklar tekrar başlamış birkaç sene boyunca kitleler azalan bir biçimde Taksim ısrarını göstermişti. 2016 darbe girişimi sonrası siyasi ortamda ise bu irade terk edilmiş ve DİSK öncülüğünde sol, sosyalist partiler 1 Mayıs’ı iktidarın gösterdiği alanlarda kutlamaya başlamıştı. 2024 yılında DİSK ve CHP’nin Taksim’e yürüme çağrısı Saraçhane’de son anda yine kendileri tarafından terk edilmiş, kitleler yalnız bırakılmıştı. Bu ikili ve iradesiz tavrın üstüne henüz geçtiğimiz ay ortaya çıkan enerjiye rağmen partiler 1 Mayıs’ta yine DİSK ve CHP’nin peşine takılarak Kadıköy’e koşmaktan geri durmadılar.
Taksim
Taksim’de yapılan kutlama ve mitingler ise yalnızca 1 Mayıs’tan ibaret değil. Hatta Taksim’in ülkemizdeki en önemli ve sembolik toplanma alanı olduğunu söylemek mümkün. Günümüz sosyalistlerinin Taksim hakkında gösterdiği ikili tavrı anlamak ve Taksim’in asıl önemini vurgulamak için önce Taksim’in kendisi anlaşılmalı. Ancak bu anlaşıldıktan sonra Taksim’in neden bu kadar da önemli olduğu, neden bu iradenin gösterilmesi gerektiği ve gösterilen iradenin kim tarafından nasıl kırıldığı anlaşılarak partilerin işbirlikçi ve oportünist tavırları bütün çıplaklığıyla ortaya konabilir.
Taksim’in geçtiğimiz yüzyılda bu kadar önemli bir alan olması ne bir tesadüf ne de yalnızca merkezi konumuna atfedilebilecek bir rastlantı. Bu önem aslında kanlı 1 Mayıs’tan çok daha önceleri ortaya çıkmış bir önem. Osmanlı döneminde gayrimüslim ve Levantenlerin yaşadığı ve toplanma amacıyla kullanılmayan bölge yerine sur içinde kalan ve saraya yakın bölgelerdeki Gülhane Parkı ve Sultanahmet Meydanı gibi alanlar kullanılıyordu. Öyle ki fermanlar Gülhane Parkı’nda okunurken Sultanahmet hem eğlence hem de siyaset amaçlı toplanmaların bir numaralı adresini oluşturuyordu. Bu durum Cumhuriyet’le birlikte değişecekti çünkü Cumhuriyet’in yeni bir meydana ihtiyacı vardı. Halihazırda kullanılan ve toplumsal hafızalarda Osmanlı ile her zerresine kadar bağdaşmış alanlar yerine tıpkı Cumhuriyet gibi yeni ve modern bir alan yaratma ihtiyacı doğmuştu. İşte Taksim de tam bu ihtiyacın karşılığı olarak ortaya çıktı.
Taksim Cumhuriyet’in yeni gösteri alanı olarak belirlenmiş ve her sene İstanbul’un kurtuluşu için 6 Ekim’de yapılan yürüyüşler başta olmak üzere gösteri ve yürüyüşler Taksim’de yapılmaya başlanmıştı. Sultanahmet bir anda terk edilmese de neredeyse tüm resmî törenler Taksim’de yapılıyor Sultanahmet’te toplanan kitleler de Taksim’e yönlendiriliyordu. Bununla birlikte alana istenilen ruhun yansıtılması adına bir de abide yaptırılmıştı. Yapılan Cumhuriyet Anıtı, kitlelerin buluşacağı yere tam anlamıyla nüfuz etmek ve konuşmaların yapılacağı bir yer belirlemek adına Türk heykeltıraşlarının da yardımıyla İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılmıştı. Heykeldeki hem savaş hem de barış vurguları, baskın Cumhuriyet teması, eşitlik mesajları ve Sovyet yardımına teşekkür sembolleriyle birlikte heykelin sembolik olarak bir hayli yoğun olduğunu söylemek mümkün.
Taksim işte böylece bir Cumhuriyet meydanı ve hatta Cumhuriyet’in en önemli sembollerinden biri haline gelmişti. Bu meydanda olanlar ise yalnız resmi geçit törenleri ya da irili ufaklı buluşmalardan ibaret değildi. Öyle ki kanlı 1 Mayıs bu meydanda kan dökülen olay değildi. Ondan sekiz sene kadar önce bugün hala dillerde dolanan “Kanlı Pazar” da yine aynı meydanda gerçekleşmiş ve meydana ABD’yi protesto etmek için toplanmış devrimci gençlerden ikisi hayatını faşist darbelerle kaybetmişti. Bu olay da dökülen kanların ilki değildi. Kanlı Pazar’dan on dört sene önce Menderes hükümetinin tetiklemiş olduğu 6-7 Eylül pogromu da kitlelerin yine Taksim’de toplanmasıyla başlamıştı. Taksim esasında temsil ettiği Cumhuriyet’in öylesine merkezine yerleşmişti ki devrimci yönleri gibi karşı devrimci yönlerini de Cumhuriyet’in kendi iç çelişkilerini de en derinden yaşıyordu.
Taksim’in bu yönü yirminci yüzyıldan ibaret kalmadığı gibi son yıllarda gördüğümüz en büyük halk ayaklanması olan “Gezi Ayaklanması” da yine Taksim’den çıkmıştı. Taksim’in bu özellikleri bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde toplumsal hafızamızda yaşıyor olacak ki Taksim söz konusu olduğunda en korkağımız korkmuyor en üşengecimiz meydana ilk koşuyor. Taksim dendiği zaman halk nezdinde akan sular duruyor. Halk öyle ya da böyle Taksim’i zorlamak, ele geçirmek ve de savunmak istiyor. Bu bilgiler ışığında reddedilemeyecek bir gerçektir ki Taksim Cumhuriyet, Cumhuriyet de Taksim demektir.
İktidarın her şeyden çok bitmek bilmeyen korkusu da tam olarak bundandır. İktidar Taksim’in devrimci yönünden de Cumhuriyet’in devrimci yönünden de hiçbir şeyden korkmadığı kadar korkmaktadır. Var olan çelişkilerin devrimler ışığında çözülerek ileriye taşınmasını istememekte dolayısıyla meydanı da Cumhuriyet ile bir an önce tarihe karıştırmayı amaçlamaktadır. Bütün bu düzenleme bahaneleri de yasaklar da en başta bununla ilgilidir. Belki de Erdoğan’ın en büyük korkulu rüyası, onu geceleri uyutmayan şey, Taksim’in Cumhuriyetçi özünü ortaya çıkararak meydanı devrimci enerjisiyle doldurmuş milyonlardır. Neredeyse yüz yıldır verdikleri karşı devrimci savaşın mağlubiyetini gösterecek bir tablodur. Bir fotoğraf bir diktatörlüğü devirebilir mi bilmiyorum ama eğer devirebilecekse işte o fotoğraf tam olarak da günümüz baykuşunu titreten, bu fotoğraftır.
Siyasi Atmosfer
Son yılların ülkemizde sol için bir toparlanma ve iktidarıyla ana muhalefetiyle düzen siyaseti için de bir paradigma değişimi dönemi olduğunu söylemek mümkün. Öyle ki pandemide durulan siyaset pandemi sonrasında seçim hazırlıklarıyla birlikte tekrardan hız kazanmış iktidar da “milli beka” politikalarıyla gittikçe sertleşmeye başlamıştı. Bu politikalarla birlikte seçimden galip ayrılan iktidar seçim sonrası “milli beka” politikalarını bir kenara bıraksa da sertleşmeye devam etti. Bugün yaşadığı iktidar ve veraset krizini muhalefetin en büyük figürlerinden biri olan Ekrem İmamoğlu’nu içeri almak gibi sert ve bölgedeki birçok aktörle birlikte bir “süreç” yönetmek gibi çok yönlü hamlelerle atlatmaya çalışıyor. Muhalefet ise yaşadığı ağır mağlubiyetten sonra gelen değişim rüzgarıyla son yılların en büyük seçim galibiyetlerinden birini almış ve iktidara talip olduğunu bu talebinin de kısa sürede gerçekleşeceğini söylemlerine daha kuvvetli bir biçimde eklemişti. MHP ve HDP ise iktidarın yönettiği süreçlerde kritik roller alıyor ve bir uzlaşı siyaseti izlemek üzerine rotalarını değiştiriyorlardı.
Bu ortam ve siyasal kriz içerisinde halk duruma tepki göstermiş ve özellikle de İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte ülke çapına yayılan bir iç huzursuzluk dalgası başlamıştı. Şu ana kadar bu huzursuzluk dalgasını arkasına alarak kitlelere öncülük eden ve iktidara kafa tutan herhangi bir siyasi oluşum olmadı. Toplumsal muhalefetin doğal halinde lideri konumunda bulunan CHP ise süreci en az hasarlı bir biçimde atlatmak adına bu huzursuzluğun büyümesinden ziyade makul düzeyde uzun süreli olmasını böylece iktidara geldiklerinde yönetmesi daha kolay bir ortam bulmayı amaçlıyor ve hamlelerini buna göre yapıyor gibi gözüküyor.
Her ne kadar siyasi parti ve oluşumlar çıkan enerjiyi daha büyük bir harekete dönüştürebilecek hamlelerde bulunmasalar da çıkan enerjinin başlı başına epey yüksek olduğunu söylemek mümkün. İşte tam olarak da böyle bir durumdayken 1 Mayıs’ı geride bıraktık ve anlaşılması zor bir biçimde sosyalistler 1 Mayıs’ı bu ortamda dahi Taksim’de kutlamak adına bir irade göstermeyerek kutlamalarını Kadıköy’de yapmaya karar verdiler. Halktan gelen tepkiler, bizzat parti içinde çıkan tartışmalar, önceki 1 Mayıs kutlamalarına göre azalar heyecan ve hatta öğrencilerin DİSK önünde gerçekleştirmiş olduğu protestoların hiçbiri fayda etmemiş olacak ki partiler bu kararlarından dönmediler.
Halihazırda çoğu sene korsan eylemlerle Taksim’i zorlayan gruplar ise bir Taksim tertip komitesi oluşturdu. Tertip komitesi içerisinde çoğunluğu HDK çevresinden birçok sosyalist örgüt ve sendika bulunuyordu. Bu sendikaların yanı sıra yine her sene Taksim’i zorlayan partilerden HKP de Beşiktaş’tan Taksim’e doğru yürüme kararı aldı. Üniversiteler de çoğunlukla hem Kadıköy hem de Taksim için ayrı çağrılar çıkarak iki seçeneğe de destek vermiş olsalar da birçok üniversitenin, okullar içerisinde örgütlü olan kişilerin yaptığı Kadıköy baskısına rağmen, önce Taksim’e yapılacak yürüyüşü açıkladığı ve gençlerin iradesinin Taksim yönünde olduğu da söylenmeli.
Gün İçerisinde Yaşananlar
Kadıköy’de toplanan kitle Haydarpaşa ve Söğütlüçeşme olmak üzere iki ayrı koldan kortejlerini oluşturarak rıhtıma yürüdü ve buluşmalarını gerçekleştirdi. Kitle rıhtımda en kalabalık olduğu anda otuz, kırk bin kişilik bir kalabalığı ancak bulabildi. Gün içerisinde birçok parti arasında çekişme ve sürtüşmeler yaşandı. Öğrenci korteji ise Kadıköy’de yaklaşık iki bin kişiydi. Bütün bu yaşananlar, gerçekleşmeyen bir kitleselleşme çabasının neticesinde son derece sönük bir 1 Mayıs kutlamaları anlamına geliyordu. Mitingde CHP ve DEM gibi partilerin ağırlığı hissedildi. Bazı öğrenci grupları ise Kadıköy’e sendika ve partilerin Kadıköy kararını protesto etmek için gitmiş olsa da herhangi bir görüntü yaratmayı başaramadılar.
Taksim’e yürümek için yapılan toplanmalarda ise durum çok daha hareketliydi. HKP Beşiktaş’ta her sene olduğundan fazla kişiyle de olsa eylemini gerçekleştirdi ve yaklaşık elli gözaltı ile günü erkenden kapattı. Şişli’de ise polis ve göstericiler arasındaki sürtüşmeler akşam saat beşe kadar değişen yoğunluklarla devam etti. Kitle gün içerisinde hiçbir zaman tam anlamıyla toplanmayı başaramadı ve çeşitli denemelerle yetinmek durumunda kaldı. Bu durum toplu ve güçlü bir görüntü vermesini engelledi. Kitlenin hiçbir zaman toplanamamısının en büyük sebebi de aslında kurulan tertip komitesinin bizzat kendisiydi.
Tertip komitesi halka açık bir şekilde saat 10.30’da Şişli Camisi önünde buluşulacağını duyurmuş olsa da öğrencilere iletilen bu konumun esas konum olmadığı ve gerçek konumun 09.00’da öğrenci temsilcilerine iletilerek polisin toplanılmasına engel olmasının önüne geçilmiş olunacağı söyleniyordu. Saat 09.00 olduğunda ise herhangi bir haber gelmedi. Aradan bir buçuk saat geçtiğinde hala hiçbir haber yoktu ve Şişli Camisi önüne giden tüm yollar da kapanmıştı. Öğrencilerin aşağı yukarı bin kişilik kısmı Mecidiyeköy viyadüğünde toplanmış neler olduğunu anlamaya çalışıyor geri kalan iki bin kişiye yakın kısmı da ara sokaklarda haber bekliyordu ki çoğunluğu tertip komitesinde de bulunan örgütler ufak gruplar halinde ayrı ayrı barikata yürümeye başladılar. Çok değil ilk yarım saat bir saat içerisinde neredeyse bütün tertip komitesi ve beraberindeki birkaç yüz kişi hiç toplanmadan, en kalabalığı yirmi kişilik gruplar halinde, gözaltına alınmışlardı bile. Bunun üzerine bir başına ve kopmuş bir iletişimle kalan kitleler, birkaç kez toplanmaya çalışmış olsalar dahi hiçbir zaman başarılı olamadılar.
Saat 17.00 olduğunda kitlenin çoğu ya gözaltına alınmış ya da evlere dağılmış olduğundan son kalanlar da yürüyüş ya da açıklama yapamadan dağıldılar. Böylece hiçbir toplu görüntü verilmeden, hiçbir söz söylenemeden hatta kitlenin çoğu meydanı dahi göremeden tamamlanmış bir 1 Mayıs’ı geride bıraktık. Örgüt yapılarından ve deneyimsizliklerinden dolayı meşruluğu halihazırda meçhul olan tertip komitesi gerçekten bir 1 Mayıs toplanması tertip etmeye tenezzül dahi etmedi. Bunun yerine arkalarında binlerce kişi meydanda ya da ara sokaklarda bekliyor olmasına rağmen kendileri zaten her sene halihazırda yaptıkları korsan eylemlerden öteye giden bir eylem yapmaya çalışmadılar.
Durum Tahlili ve Sosyalistlere Eleştiri
Geldiğimiz noktada 19 Mart günü ortaya çıkan enerjiyi daha da büyüterek ilerleme fırsatının elimizden kaçtığı söylenebilir. Taksim’de hep beraber hem iktidara bir karşı duruş sergileme hem de irademizi gösterme imkanımızın yok olduğunu da söylemek ayrıca mümkün. Bu noktada yapılacak eleştirileri ikiye bölmek ve Kadıköy’ü tercih eden gruplarla Taksim’i tercih eden grupların eleştirisini ayrıca yapmak doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Kadıköy’ü tercih eden gruplar hem tartışmaların sürdüğü günlerde hem de sonrasında bu davranışlarının sebebi olarak en fazla kitlesellik ve bir arada olma argümanlarını sunarken aralarından kimileri Taksim iradesini gösterdiği için radikalizm ile suçlamış, argümanlarına Lenin’in “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” kitabının kapağını eklemişlerdi. Evet kapağını eklemişlerdi diyorum çünkü aynı çevreler sosyal medya platformları üzerinden bu tartışmaları verirken kitaptan hiçbir argüman ya da kesit sunmadıkları gibi kitabın kapağını atmakla yetinmişlerdi. Öyle ki Lenin kitapta devrimci stratejinin öneminden, parlamento ve sendikaların ajitasyon için kullanılması gerektiğinden, yalın bir radikalizmin devrimcilik olmadığından bahsediyor ve bunu yaşananlarla açıklıyor. Yani evet kitlesellik ve radikalizm yerine devrimci bir stratejinin gerekliliğinden bahsetse de bunun günün koşullarının getirdiği somut gerçeklikler üzerinden yapılması gerektiğinden bahsediyor. Bunu yine Lenin’in diğer eserlerinden de anlamak mümkün.
Asıl soru ise günümüzde devrimci stratejinin ne olduğu hususu. Öyle ki kitapta da vurgulandığı üzere mesele yalın bir radikalizm olmadığı gibi basit bir uzlaşmacılık ya da saf bir oportünizm de asla değildir. Günümüzde ise hem halkın tepkisi hem de geçmişte Taksim’de yapılmış gösteri ve mitingler çok açık ve net bir biçimde gösteriyor ki kitleleri en çok heyecanlandıran, kitleleri en çok çeken mekan Taksim’dir. Taksim’de milyon kişiyle yapılmış mitinglerin yanı sıra çok değil geçen sene Taksim’e çok uzak bir mesafeden olsa bile yürüme iradesinin gösterilmesi kitleleri Taksim’e varmanın imkansız olduğu gerçeğini bilmelerine rağmen alana çekmiş ve katılım yüz binleri aşmıştı.
Bu sene ise henüz bir ay öncesinde milyonlar sokağa çıkmışken, halk üzerindeki ölü toprağını atmış ve iktidarın yönetim krizi derinleşmişken bile mitinge katılanların sayısı en kalabalık olunan anda otuz kırk bin civarında kaldı. Oportünist ve uzlaşmacı karakterlerini “kitlesellik” adı altında maskelemeye çalışanlar böylesi hazin bir sonla kitlelere olan ihanetlerini göstermiş oldular. Halka öncülük etmesi gereken sözde Leninist partiler halkın ümitlerini ve iktidara karşı büyütmeye çalıştığı mücadeleyi yarıda bırakarak öncülük edemedikleri gibi hareketi kıran en büyük faktörlerden oldular. Üstüne saplanmış oldukları konformist batak öylesine derindi ki iktidara karşı durmaya çalışan halkı, halktan sıradan insanları radikalizm ile suçlayarak gösterdikleri direnişi de kriminalize etmeye katkı sundular.
Yapılan kitlesellik vurgusu amacına ulaşmayan bir maske olarak kaldıysa geriye Taksim iradesini Kadıköy’de savunan(!) sosyalistlerimizin elinde ne kaldı? Konformist, reformist, işbirlikçi, oportünist bir yaklaşımdan başka hiçbir şey. 1 Mayıs’tan bu yana geçen iki haftalık süreçte hiçbir parti duruma dair bir eleştiri getirmedi ve eylemi aynen savunmaya devam ettiler. Böylece belki de tarihte halk eylem ve direniş isterken halkı bu isteğinden alı koymaya çalışan ilk sosyalistler olarak tarihe geçmiş oldular. Kitlesellik vurgusunun boşa çıkmasıyla birlikte partilerin bu tavrının esasında devrimciliklerinden değil oportunistliklerinden geliyor olduğu ortaya çıkmış oldu. Öyle ki onlar için Taksim’e iradesinde direterek gerçekten kitleselleşerek yürümek kendi örgütlerine birkaç kişiyi kafalama fırsatından daha az kıymetliydi.
Sosyalist partilerin polisten ya da iktidardan korktuğunu ya da bu korkularının onları Taksim’den vazgeçirdiğini söylemek bence gerçekçi değil. Nitekim polisten ve iktidardan bile daha fazla korktukları şeyler vardı. Bunlardan birincisi diğer örgütlerden ve sendikalardan ayrı hareket ettikleri ve kitlenin yine de diğerleri ile hareket ettikleri takdirde kafalama fırsatı bulacakları üç beş kişiyi diğer örgütlere kaptırmaktı. Aslında kitleselliğin arkasına sakladıkları şey belki de tam olarak buydu. Korktukları bir başka şey de kitlenin diğerleriyle değil kendileriyle ve sadece kendileriyle hareket ettikleri senaryoydu ki bu da onlar için korkutucuydu. Çünkü bu takdirde o kitlelere öncülük etmek durumunda kalacaklardı ki muhtemelen çoğu örgüt kendini bu yükün altına atmak istemiyordu. Dolayısıyla hem üç beş kişi kafalama fırsatını kaçırmamak hem de atılım yapmamak yani ne ileriye ne geriye gitmek onlar için belki de en iyi senaryoydu. İşte 1 Mayıs 2025 günü Kadıköy’de kutlanan şey bu konformist ve oportünist anlayıştı.
Bazı partilerin miting sonrası, sanki çok farklı bir durum bekliyormuşcasına, CHP’nin kurduğu kürsüye gidip CHP’ye fazla süre verilmesi ile ilgili eleştiriler iletmesi durumun bariz mantıksızlığının yanı sıra o gün en az eleştiriyi hak eden partinin CHP olmasından da dolayı son derece mantıksızdı. Nitekim CHP zaten o alanda bulunan ve devrimcilik iddiası taşımayan bir iki partiden biriydi. Kadıköy’de eleştirilecek birileri varsa Kadıköy kararını en son duyurmuş olan CHP değil DİSK’in çağrısına elinde tuzlukla koşan sözde devrimci oluşumlardır. Kendi iddiasına ve kitlesine ihanet eden oluşumlar onlardır, sosyal demokrat CHP değil.
Taksim’i iktidarın özellikle yasaklıyor olmasına rağmen bu tercihin yapılmış olması da iktidar ve bağlantılı sermayeye dair bir teslimiyet ve işbirliği içermektedir. Toplanmanın niteliği ve içeriği de bu reformist ve işbirlikçi anlayışa delalettir. Bütün bunlar düşünülecek olursa Kadıköy’de yapılan toplanmanın devrimci bir toplanma değil eleştirinin başlarında belirtildiği gibi işbirlikçi, oportünist, reformist ve konformist bir toplanma olduğunu söylemek en doğrusu olacaktır.
Kadıköy’ün yanı sıra Mecidiyeköy’de yaşananlar da aynı derecede olmasa da benzer niteliktedir. “Taksim Tertip Komitesi” de durumun devrimci yanını ve yapılması gerekenleri anlayamamış, her ne kadar Kadıköy’ün aksine Taksim iradesi daha kuvvetli dursa da yapılanlarla bu irade baltalanmıştır. Komiteyi oluşturan ve her sene Taksim’i zorlamak için korsan eylemler yapan gruplar bu sene arkalarında binler olmasına rağmen bir önceki senelerden farklı bir eylem “tertip” etmemiş başka açıdan oportünist olan bir yaklaşımla, belki yine kendi örgütlerinin repütasyonunu düşünerek, rutin korsan eylemlerini yine segilemişlerdir.
Bu eylemler sebebiyle kitle hiçbir zaman toplanamamış ve erken bir saatte yalnız bırakılmıştır. Konu hakkında gerekli bilgilendirmeler de yapılmayan kitleler 1 Mayıs’ı kutlamaktan ve Taksim iradesini göstermekten alı koyulmuştur. Tertip komitesinde yer alan örgütlerin bu davranışı tam anlamıyla reformist olmasa da devrimci de değildir. Oluşumlar kendi konfor alanlarını terk etmeyerek yine konformist bir yaklaşım segilemişlerdir. Söylevlerinde ve eylemin başlangıcında işbirlikçi bir yaklaşım sergilemeseler de yine iktidarın en çok isteyeceği senaryoya hizmet etmişlerdir.
Bununla birlikte hem Taksim hem de Kadıköy açıklayan ve tertip komitesinde yer almasa da olağan siyasette komitedeki bileşenlerle ortak hareket eden ve aşağı yukarı benzer sayılarda olan bir grubun Mecidiyeköy’de toplanan tertip komitesi oluşumlarına bağlı kişilerin toplam sayısının iki, üç katı bir büyüklükte bir yürüyüş örgütlemiş olması da açıkçası ne mantığa ne de iyi niyete sığar niteliktedir. Bütün bunlar düşünülecek olursa Mecidiyeköy’de buluşan tertip komitesi oluşumlarının da yine konformist ve oportünist bir hareket çerçevesi içerisinde bulunduğu ve biliçli ya da bilinçsiz bir şekilde tutumlarının işbirlikçi niteliklerinin bulunduğu söylenebilir.
Bütün bu yaşananların ve alınan tavırlarında işte yazının başında bahsedilen kavramların öneminin anlaşılmamış olması önemli bir etmendir. Türkiye’de sol elbetteki birçok sorun, bunalım ve tıkanma yaşamaktadır. Bütün bu olanlarda bu gerçeğin de payı vardır. Hatta bu sorunlar bugün öyle bir raddeye gelmiştir ki bir başka yazıda uzun uzun bu kronik sorunlardan en büyüklerini derlemek gerekmektedir. Bu sorunların yanı sıra yazının bağlamında olan ve tartışmayı aslında daha anlaşılabilecek bir hale getirebilecek gerçeklik ise sol, sosyalist grupların yazının başında bahsedilenleri sahiplenen bir temel üzerinden değil başka bağlamlarda konuyu ele aldığı gerçekliğidir.
Yazının başında bahsedilen kavramların ve tarihçenin kısa özeti ise Taksim’in Cumhuriyet’ten, Cumhuriyet’in de Taksim’den ayrılamayacağı gerçeğidir. Bugün iktidarın Taksim’den bu kadar korkmasının da halkın Taksim’i bu kadar istemesinin de en büyük sebeplerinden biri budur. Bundandır ki Taksim halk hareketlerinin ve Cumhuriyetçi enerjinin de merkezidir. Yine aynı sebeptendir ki Taksim’in açık olduğu günlerde turistler dahi çoğunlukla Cumhuriyet anıtına alınmamaktadır.
Bu durum çok net bir şekilde içerisinde bulunduğumuz siyasi atmosferi de yansıtmaktadır aslında. İktidar Cumhuriyet anıtını yıkmasa, daha doğrusu yıkamasa dahi, ablukalaya almıştır. Anıtı gibi Cumhuriyet’in kendisi de iktidarın ablukası altındadır. Yine de tüm olanlara rağmen, bugün için ulaşılmaz halde olsa dahi, anıt dimdik ayakta ve ablukanın ortasından bizleri selamlamaktadır. Bugün bizlere düşen görev ise önce anıtı sonra da Cumhuriyet’in kendisini saran ablukaları dağıtmak ve onları özgürleştirmektir. İşte iktidarın en fazla korktuğu şey de halkın iradesinin gösterdiği doğrultu da tam olarak budur.
Sol, sosyalist grupların en yakın zamanda konu hakkında kapsamlı bir eleştiri getirmesi, devrimci stratejinin ne olduğu ve halkın iradesinin hangi yönde olduğunda dair bir kanaat getirmeleri gerekmektedir. Bunların da üstüne, en önemlisi, yazı boyunca bahsedilen gerçeklerin ışığında Cumhuriyet konusundaki son kararlarını vermeleri de bir zorunluluktur.