15-16 Haziran Direnişi
Prof. Dr. Gamze YÜCESAN ÖZDEMİR yazdı...
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, University of Reading ve University of Sussex’de öğrenim gördü. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde öğretim üyesidir. Emek çalışmaları olarak adlandırılabilecek bir alanda çalışmalar yapmaktadır. Bu alanda kitapları, sosyal bilim dergilerinde ve derleme kitaplarda makaleleri bulunmaktadır. Ayrıca birçok sendikanın dergi ve yayınlarında yazıları yer almaktadır.
Yürüdüler. Sıradan işçiler, üstlerinde işçi tulumları ile yürüdüler. Dört koldan yürüdüler. Birinci kol, Anadolu Yakası’nda Ankara Asfaltı. İkinci kol, Eyüp-Alibeyköy-Silahtar-Cendere. Üçüncü kol, Topkapı-Çekmece-Zeytinburnu. Dördüncü kol, Levent-Boğaz. Yüz elli bin kişiydiler. Elleri, öfkeleri, sözleri, hayalleri birleşen yüzbinler. Aşık İhsani’nin dizeleriyle;
“Kemikli tırnaklı birleşen eller
Yeni bir türküyü söyleyen diller
Torunu yanında yaşlı nineler
Evinden dışarı çıktı yürüdü.”
Yürüdüler… Yıllardan 1970, aylardan Haziran’dı.
Sınıf hareketinin mümkün olduğuna, işçi sınıfının gücüne, kendi kaderlerinin memleketin kaderi ile bir olduğuna, yurdun kendi elleri ile kurtulacağına inananların yarım yüzyıl önceki kavgasına selam olsun! İşçi sınıfının en büyük direnişine selam olsun demek, direnişin kazanımlarını, derslerini ve birikimlerini sosyalizm mücadelesini barındıran bugüne ve sosyalizmin yeniden kuruluşuna tanıklık edecek yarına taşımak demek. 15-16 Haziran 1970, bu toprakların en güzel günlerindendir. İşçi sınıfı sesini ve mücadelesini, ilk kez ücret dışı haklar için yükseltti. Talepleri eşitlik, yoksulluğa karşı mücadele, sendikal haklar ve daha güzel bir dünyada yaşamaktı. İşçi sınıfı 15-16 Haziran’da kitlesel olarak tarih sahnesine çıktı ve en büyük direnişini sergiledi. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, erkekler hep birlikte, yüz binler yürüdüler!
15-16 Haziran’a giden yolu anlamamız için 1967’ye, DİSK’in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kuruluşuna gitmemiz gerekiyor. DİSK, sınıf sendikacılığı inanışıyla yola çıktı. Türk-İş’teki sendikacılık oligarşik yapısıyla, sermaye, işveren ve hükümet yanlısıydı; işçilerin taleplerini dile getirmekte zorlanıyordu. 1967’de DİSK’in kuruluşu ve sınıf sendikacılığı vurgusu, işçiler arasında büyük bir coşku yarattı. İşçiler hızla DİSK’te örgütlenmeye başladılar. Direnişler, grevler ve sınıfın talepleri ile güçlü bir işçi sınıfı örgütlülüğü oluştu. DİSK, üç sene boyunca örgütlü olduğu işyerlerinde direniş kararı almaktan çekinmiyordu. Bu gelişmeler hükümet açısından kabul edilebilir değildi ve bu sürece “dur” denmesi gerekiyordu. Militan bir sınıf sendikasıyla karşı karşıya kalan patronların ve gücünü kaybeden sarı sendikanın da girişimleriyle, 11 Haziran 1970’te sendika, toplu sözleşme ve grev hakkı yasalarında değişiklik amaçlayan bir tasarı Meclis’e geldi. Bu tasarının amacı esas itibariyle, DİSK’in önünü kesmek ve işçileri Türk-İş’te örgütlemekti. Bu noktada 12 Mart’ın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın, 27 Mayıs Anayasası’nı hedef aldığı şu sözlerini hatırlamak önemlidir: “Sosyal uyanış ve bilinçlenme, ekonomik gelişmenin önüne geçti, buna dur diyeceğiz.”
14 Haziran’da DİSK yöneticileri bir toplantı çağrısı yaptı ve eylem kararı alındı. İlk gün yetmiş bin işçi önce fabrikalarına girip çalışmadan bekledi, daha sonra dışarı çıktı. İstanbul’un dört yanından ve İzmit’ten işçiler, sendikalarını, örgütlülüklerini ve taleplerini yüksek sesle dile getirmek için yürüdüler. 16 Haziran’da çok daha geniş bir katılım oldu. Yüz elli bine yakın işçi, sınıf kimliğini ortaya koydu, polis ve asker barikatları yıkıldı. Sadece İstanbul ve İzmit değil, Ankara gibi şehirlerde de işçiler alanları doldurdular. İşçi sınıfının en görkemli direnişi, Türk-İş üyesi işçilerin DİSK işçilerinin yanında saf tutmasıyla, yurt dışına kaçan patronlarla, işçilerin birleşmemesi için Galata ve Unkapanı köprülerinin kaldırılmasıyla ve polis barikatlarını yıkıp ilerleyen işçilerin kararlı duruşuyla hafızalara kazındı. Dolayısıyla bu iki müthiş gün tarihe “15-16 Haziran” olarak geçti.
15-16 Haziran’dan yarına kalanları üç başlıkta tartışmak istiyorum. İlki sınıf hareketi. İkincisi sınıf hareketinin siyasal talepleri/ufku. Üçüncüsü ise sınıf kültürü.
İlk olarak, 15-16 Haziran Direnişi sınıf hareketinin iki ekseninde, örgütlü mücadele ve kendiliğindenlik, önemli deneyimler içeriyor. Direnişi sürükleyen hem örgütlü sendikal mücadele hem de işçilerdir. Tasarının kabulünden ardından DİSK üyesi işçiler işyerlerinde “Anayasal Direniş Komiteleri” kurarlar. Bu direniş, işçi sınıfı mücadelesi tarihinde önemli bir yer edindiyse; bu, doğrudan emekçilerinin eseridir. Direnişi mümkün kılan işçiler örgütlü sendikal hareket içinde aktif çalışanlardır. Sınıfın hareketliliğini ve kendiliğindenliğini biçimlendiren “öncü işçiler” ve/veya “önder işçiler” örgütlü mücadele geleneğinden gelmektedir. 15-16 Haziran Direnişi işçilerin mücadeleci yapısına dayanmaktadır ama bu direniş işçilerin sendikal örgütlenme içinde olması ile mümkün olmuştur. Belirtilenler, son zamanlarda kabul edilen, yukarıdan yönetilen, öncülüğe dayalı merkezi örgütlenmeden uzaklaşıp, çok sayıda eylemliliği birbirine bağlayan yatay, çok merkezli bir anti-kapitalist farklılıklar ittifakına yönelinmesi tavrının sınırlarına işaret ediyor. Dolayısıyla, bugün sınıf hareketi, merkezsiz, karmaşık ve belirsiz yönelimler ile değil; kitlelerin mücadeleyi ve örgütleri zorlayıp daha ileriye taşıması ile mümkündür.
İkinci olarak 15-16 Haziran Direnişi, sınıf hareketinin siyasal talepleri ve siyasal ufku için çok değerlidir. İşçi sınıfının talepleri, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “Yürüyen İşçiler Kapılarında İstanbul’un” adlı şiirinin dizeleridir:
“Yürürüz devrim gününde
Bütün Ulusun önünde
Toprak bu yurt denen toprak
Bu yurt benim elim aya’m
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak
İşçi yürür mü yürür ya”
Eyleme katılanlar tek tek işçiler değil yaptıkları işleri yaparken kendilerinin basit toplamından fazlasına dönüşen insanlardır. “Toprak bu yurt denen toprak”ta ürettikleri talepler memleketin kurtulması ve eşitsizliklerin, yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır. Direnişte, işçi sınıfı, egemen bir halk, bir emekçiler ulusu olarak kendini kurar. Son otuz senede önerilen piyasa/kimlik/AB eksenli çözümler apaçık bir şekilde işleri katlanılamaz hale soktuğundan; bugün de geçerlidir dünün emekçiler ulusu için geçerli olan. Öyleyse, son yıllardaki etnik/mezhepsel kimliklere dayalı farklılık siyasetinin aksine tüm emekçiler bir memleket düşünde ortaklaşabilmelidir.
Üçüncü olarak 15-16 Haziran Direnişi, sınıf kültürünün kendini var etmesinin imkânlarını içeriyor. Günlük pratiklerimizi belirleyen güçler masum değildir. Burjuva normlarını alternatifsiz olarak kabullenen pratiklerle örülü bir gündelik hayatın, kendisini kuşatan değerlere teslim olan bir yaşamın karşı hegemonya üretme ihtimali yok denecek kadar azdır. Sömürüyü meşrulaştıran değer, alışkanlık ve normları reddeden ve bu reddi mümkün kılan karşı değerleri üreten bir dil yoksa direniş de zayıflar. 15-16 Haziran karşı değerleriyle, hakkaniyet arayışı ve dayanışma pratikleriyle direniş sıfatını edinmiştir. Yaz mevsiminin ilk ayına Haziran denmesine sebep olmamış olsa bile direnişe Haziran dedirten şey de budur.
Bu direnişin ardından, Anayasa Mahkemesi 1971’de söz konusu tasarıyı iptal etti. 15-16 Haziran, bir işçi sınıfının var olduğunu, sınıf mücadelesinin mümkün olduğunu, işçi sınıfının taleplerinin toplumun talepleri olduğunu ve sınıf kültürünün kendisini nasıl var ettiğini gösterdi. Sınıf kültürü, sınıf üyesi işçilerin tek tek varoluşundan ayrı bir şeydir. Sınıf kültürü, sermaye sınıfının karşısında, sınıfın kendi kültürel ve ahlaki kodlarını oluşturmasıdır.
15-16 Haziran, yalnızca bir eylem değil, burjuvaziyi sarsan devrimci bir kalkışmaydı. Sermaye cephesinde yarattığı korku öylesine büyük oldu ki çok sayıda patron "devrim olacak" endişesiyle Türkiye'yi terk etti. 12 Mart ve ardından gelen 12 Eylül, Haziran 1970’te başlayan sınıfsal yükselişe karşı sermayenin, kapitalist sınıfın ve hükümetin ortak bir karşı duruşuydu. 15-16 Haziran’ın 55. yılında, o günleri selamlamak; derslerini ve kazanımlarını sosyalizm mücadelesi açısından bugüne ve sosyalizmi yeniden kuracağımız yarına taşımak büyük önem taşıyor. O günleri romantize eden bir nostaljiyle değil, bugünün koşullarını yeniden düşünen, değerlendiren bir sürece ihtiyacımız var. Bugün içinde bulunduğumuz dönemde, sol-sosyalist hareketlerin içine sızan çok merkezli örgütlenmelerin, anti-kapitalist ittifakların ve yönü belirsiz yönelimlerin siyasal iktidarı ne rahatsız ettiğini ne de dönüştürdüğünü görüyoruz. Bu noktadan bakıldığında, 15-16 Haziran, sınıfın hem sendikasıyla hem de siyasal partisiyle ortaklaştığı bir mücadele hattının yeniden düşünülmesi gerektiğini hatırlatıyor.
İşçi sınıfı; ortaklaştığı taleplerle egemen bir sınıfı, egemen bir halkı ve emekçi bir ulusu yaratma gücüne, imkanına ve devrimci potansiyeline sahiptir. Sınıf, her zaman için alternatif bir dünya yaratma kudretine sahiptir. Bu nedenle burjuvazinin kurduğu hegemonyayı kıracak karşı hegemonik alanları oluşturmak ve sınıfsal taleplerimizi daha yüksek sesle dile getirmek zorundayız. Sınıf kültürünün zayıfladığı bugün insanlar yaşadıkları hayatı, var olan düzeni hiçbir biçimde değiştiremeyeceklerine, buna güçlerinin yetmeyeceklerine inanıyor. Onlar için böyle gelmiş böyle gidecektir. Var olan sisteme, gündelik hayata, sömürüye bir alternatif üretmek imkânsızdır. Alternatif olabilecek her şey başka baskılara vesile olacağından hayırsızdır: Her yer baskı her yer iktidar! Bu kabulleniş, ancak, gündelik hayatta işçi sınıfının kendi kültürü ile karşı hegemonya alanları yaratabildiği durumlarda sorgulanabilir. 15-16 Haziran kalkışması bir tartışmayı da sonlandırmış oldu. Sınıf, Türkiye solunda, özellikle o dönem çok popüler olan "Türkiye'de işçi sınıfı var mı?", "Devrim yapabilecek güçte ve olgunlukta mı?" gibi tartışma konularına ve bununla bağlantılı olarak Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışmalarına yanıtını, "İşçi sınıfı vardır ve bu düzeni değiştirebilecek güçtedir" diyerek yüzbinlerle sokaklarda vermiş oldu.
***
Yıllardan 2025, aylardan Haziran.
Yürüyelim.
55 yıl önce 15-16 Haziran, işçilerin “emekten yana, tam bağımsız bir memleket” hayaline sadece sahip olduğunu değil, aynı zamanda bunu gerçekleştirmeye gücü olduğunu da gösterdi.
Bu hayale ve bu hayali gerçekleştirme gücüne sahip çıkalım.
Yürüyelim.