Devrimci Bir Figürün İktidara Entegrasyonu

Daima Konu Görseli

Erkan Önakın yazdı...

AKP iktidarı, kuruluşundan itibaren özellikle 2015-2016 yıllarına kadar olan süreçte Mustafa Kemal figürüne ve Cumhuriyetçi kitlelere karşı dolaylı yoldan bir çatışma politikası yürüttü. Bu politika; bastırma ve itibarsızlaştırma yoluyla bir karşı-devrim hattı üzerinden ilerledi. 29 Ekim kutlamalarında yurttaşların biber gazı ve TOMA’larla karşılaştığı günler, bu çatışmanın simgelerindendi. Bu dönemin devamında, toplumsal muhalefetin simgesi haline gelen Gezi Direnişi patlak verdi.

Gezi’de görüldüğü üzere, pratikteki kitle; cumhuriyetçi, sosyalist, komünist ve apolitik bireylerden oluşmakta; bu farklı eğilimler, AKP’nin ülkeyi sürüklediği duruma karşı ortak bir tepki geliştirme çabasıyla bir araya gelmekteydi. Bu kitlelerin filizlenmesinde en büyük etken ise, 2000’li yılların başında başlayan Cumhuriyet mitingleri ve Ergenekon davalarının eksenindeki çeşitli eylemlerin yarattığı toplumsal birikim ve deneyimdi. Bu halk direnişinin ardından kendine bir ders çıkaran AKP, doğrudan baskı ve şiddet yöntemlerinden çok kültürel hegemonyayı eline alacak şekilde biçimlendirildi. Toplumsal muhalefetin dayandığı tarihsel ve ideolojik zeminleri dönüştürerek etkisizleştirmek. Bu dönüşüm; tarihsel birikimin tahrif edilmesi, muhafazakâr ideolojilerle harmanlanması ve uydurma anlatılarla meşrulaştırılması şeklinde tezahür etti.

Son on yılda, özellikle Z kuşağının algılarında şekillenen yeni bir Mustafa Kemal figürünün inşa edilmekte olduğu açıkça görülüyor. Özellikle Saraçhane ile Gezi Parkı’ndaki görüntüler karşılaştırıldığında, gerek gençliğin taşıdığı pankartlar gerekse örgütlü bulunduğu kurumlar üzerinden, Mustafa Kemal’in soldan arındırılarak muhafazakâr-milliyetçi bir karaktere indirgenmiş olduğu net biçimde ortaya çıkıyor. Meydanlardaki anti-faşist sloganlar, radikal pankartlar ya da eylemlerdeki “vandalizm” eğilimlerinden geriye; pasifize edilmiş, “devlet”ine ve onun aygıtlarına zarar vermek istemeyen, belki de muhafazakâr ailelerin muhalif kimlik geliştirmeye çalışan çocuklarının benimsediği bir figür kaldı. Bu figür; Abdülhamit’le barışık, laiklikten arındırılmış, devrimciliği törpülenmiş, Eylemselliği “cephe”lerden, yani sokaklardan ve meydanlardan arındırılmış bir Mustafa Kemal figürü. AKP iktidarı, seçim kampanyalarında Atatürk’ün konuşmalarından kesitler kullanarak kendi iktidar faaliyetlerini bu figür üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Bu anlatıda, eğer bir Mustafa Kemal varsa, o da "onlar gibi" değildi; yani devrimci değil, itaatkârdı. Gençliğin, bu toprakların en büyük devrimci figürlerinden biri olan Mustafa Kemal üzerinden duyduğu tarihsel ve siyasal heyecan, sahte bir kimlik inşasıyla yeniden yönlendirildi. Gençlikten doğabilecek potansiyel enerjiyi pasifize etmek amacıyla, Enver Paşa figürü üzerinden yürütülen ideolojik yönelim; AKP'nin gençlikte görmek istediği tüm eğilimleri bünyesinde barındırıyordu: İslamcı, Turancı, Cumhuriyet devrimlerinin temel kazanımlarından uzak ve benzer biçimde eylemsellikten arındırılmış bir karakter… Bu figürün özellikle muhafazakâr ailelerin çocuklarında karşılık bulması, günün sonunda Türkçülük ekseninde kimliklenen; ancak rejimin ihtiyaç duyduğu her politik durumda, iktidarın yasaları ve kurallarıyla tam uyumlu hareket eden bir gençlik dalgasının yaratılmasında etkili oldu.

Bugün, kendisini milliyetçi olarak tanımlayan gençler arasında Enver Paşa’nın adeta kutsiyet atfedilen bir figür hâline gelmesi, AKP’nin bu alandaki ideolojik mühendisliğinin ne denli başarılı ve etkili olduğunun çarpıcı bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Oysa Mustafa Kemal’in devrimci yönünü silikleştirme çabası, AKP ile başlamış bir süreç değildir. Bu stratejinin temelleri, 12 Mart Muhtırası döneminde atılmıştır. “Komünizm yılanın başı gibi ezilmelidir” diyen anlayış; Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurucularıyla birlikte hareket eden bir çizgide, aynı zamanda ilerici niteliklerinden arındırılmış, denetimli bir Atatürk figürü yaratarak devrimci potansiyelin önünü kesmeye çalışmıştır. Bu sadece bir tarihsel yorum değil, doğrudan ideolojik bir müdahaledir.

Bu müdahalenin sonuçları, 12 Eylül'e uzanan süreçte ve darbe sonrasında Türkiye solunun marjinalleştirilmesinde açıkça görülmüştür. AKP ise bu tarihsel deneyimlerden çıkarımlarda bulunarak benzer bir yöntemi, güncel siyasal bağlamda yeniden üretmiştir. Böylece Mustafa Kemal, iktidarın ihtiyaç duyduğu ideolojik zemine uyarlanarak, toplumun çeşitli kesimlerine hitap eden fakat devrimci özünden uzaklaştırılmış bir figür hâline getirilmiştir.

2015-2016 itibarıyla, Ortadoğu’daki emperyalist tutumunu farklı bir aşamaya taşımak isteyen AKP-MHP bloğu, hem askeri operasyonlarını artırma eğilimine girmiş hem de bu değişen tutumlarını meşrulaştırmak adına ideolojik bir dönüşüm başlatmıştı. Bu eğilimin toplum nezdinde kabul görmesini hızlandırmak içinse, Mustafa Kemal üzerinden yürütülen ideolojik müdahaleye özel bir rol biçildi. Bu rol biçme stratejisi günümüzde yalnızca İslamcı kadroların kültürel hegemonya kurma çabalarıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda Türkiye'nin Suriye ve Irak’taki uluslararası askeri operasyonlarında, toplumun bu tür harekâtlar ve uluslararası sözleşmeler konusundaki rıza algısını dönüştürmeye de hizmet ediyor. Hatırlarsınız, Murat Bardakçı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara’da Atatürk Müze Köşkü’nün açılışını gerçekleştirmişti. Erdoğan, burada Mustafa Kemal’in Trablusgarp’taki bir fotoğrafını göstererek, “Diyorlar ki bize, Libya’ya niye gidiyorsunuz. Bunu diyenler malum takım. Bakın, gitmiş işte.” sözlerini sarf etmişti. Yaratılmak istenen Mustafa Kemal imajının bize yansıyan tablosu da tam olarak burada belirginleşiyor: Mustafa Kemal’in anti-emperyalist niteliği, verdiği mücadeleler Türkiye’nin güncel Ortadoğu politikaları ve askeri operasyonlarının meşruiyetiyle ilişkilendiriliyor. Mustafa Kemal'in rejimin emperyalist politikalarının bir meşruluk aracı haline getirilmesi sağlanıyor.

Gençliğin yoğunlukta bulunduğu sol ve sosyalist örgütlerin, AKP’nin inşa ettiği Mustafa Kemal figürüne karşı yürüttükleri “mücadele” ise, büyük ölçüde AKP'nin işine yarayan bir zemine oturdu. Cumhuriyetin sınıfsal niteliği üzerinden geliştirilebilecek yapıcı eleştiriler yerine, doğrudan AKP’nin şekillendirdiği Mustafa Kemal ve Cumhuriyet karşıtlığına dayanan söylemler benimsendi. Bu tutum, AKP’nin toplumda zaten var olan ideolojik enerji birikimini sönümlendirme çabasına farkında olmadan hizmet etti ve söz konusu örgütleri, iktidarın kurguladığı kültürel çatışma dinamiğinde karşıt figürler hâline getirdi.

Oysa devrimci örgütlerin, güncel toplumsal sorunları esas alarak siyaset üretmesi ve bu sorunlar üzerinden gençliği harekete geçirmesi gerekirken, hâlâ geçmişle ve kurucu kadrolarla hesaplaşma odaklı bir söylemde ısrar etmeleri; gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri, mücadeleye katılabilecekleri zeminleri daralttı. Bu boşluk ise, solun terk ettiği alanlara hızla yerleşen, bu zemini sağcı bir ideolojik hatta yeniden inşa eden milliyetçi örgütlerin eline geçti. Böylece gençliğin taşıdığı toplumsal ve siyasal potansiyel, pratikte etkisizleştirildi ve sistemle daha uyumlu bir hatta yönlendirildi. Halbuki 1960’lı yıllarda Mahirler’in Atatürk'e bağlılık eylemlerinden, Denizler’in “Tam Bağımsız Türkiye” için yürüdüğü yollar, Atatürk’e bağlılıklarını da içeriyordu. 68 kuşağımızın önderleri, Gazi Paşa’yı saygı ve minnetle anıyor; onun devrimci mirasını sahiplendiklerini her fırsatta ifade ediyorlardı. Bugün ise bu miras, iktidarın elinde biçim değiştirerek toplumsal hafızadan silinmeye çalışılıyor. Yalçın Küçük’ün deyimiyle bir iç savaş niteliği taşıyan Kurtuluş Savaşı'ndan, saltanat yanlısı ablukayı yıkarak çıkan Mustafa Kemal yerine; bugün Vahdettin’le, Abdülhamit’le barışık bir Mustafa Kemal figürü yaratılmaya çalışılıyor. Bu sahte figürün gençlik üzerindeki etkisi ise, salt milliyetçi duygularla dışa vuran, tarihsel devrimci özden uzak bir gençlik profiliyle karşımıza çıkıyor.

İşte tam bu noktada, memleketin sol ve sosyalist güçlerinin, kamuoyunun, sahiplenmesi gereken gerçek bir Mustafa Kemal var: Devrimci, anti-emperyalist ve yapıcı ve yıkıcı yönleriyle tarihsel misyonunu henüz tamamlamamış bir figür. Bu Mustafa Kemal; rejime entegre edilmiş bir figürden ziyade toplumu dönüştürme iradesi taşıyan gerçek bir devrimci.

Peki ya bu figüre sırt çevirenler? Onlara, “Kemalizm’in gerisi karanlık, ötesi kızıllıktır” sözünden yola çıkarak, Kemalizm’in gerisinde kalanlar diyebiliriz. Bunlar, hem tarihsel karanlıkta kalanlardır hem de ülkemizin devrimci birikimini filizlendirmek yerine gençliği o karanlığa mahkûm edenlerdir.