9 Martçıların Anayasası: Başka Bir Türkiye Hayali

Daima Konu Görseli

Selin Topkaya yazdı...
 

Türkiye yakın tarihinin en dikkat çekici, fakat en az bilinen anayasa girişimlerinden biri, Yön-Devrim (veya 9 Mart) hareketi çevresinde şekillenen “Devrim Anayasası” taslağıdır. Bu taslak, tam anlamıyla Marksist-Leninist bir metin değildir; ancak, Türkiye’nin sahip olabileceği en ilerici ve en halkçı anayasalardan biri olma potansiyeline sahiptir. Peki, Marksist olmayan ama açıkça sol bir çizgide duran bu taslak nasıl bir anayasadır? Yanıt, “Sol Kemalist”tir. Bu ifade, temeline Kemalizm’in devrimci ilkelerini alan; ancak üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmayı değil, ekonomik ve toplumsal yaşamı planlı bir şekilde halk yararına yönlendirmeyi hedefleyen bir anlayışı tanımlar. Taslak, Marksist değildir çünkü işçi sınıfı diktatörlüğünü öngörmez; ama sosyalisttir, çünkü sömürünün her türlüsünü yasaklar, toprağı olmayan çiftçiye toprak tahsis eder, üretimi kooperatifleşme temelinde örgütler.

 

9 Martçıların Anayasası dediğimiz; Doğan Avcıoğlu öncülüğünde yazılan, Cemal Reşit Eyüpoğlu, Mümtaz Soysal ve İlhami Selçuk gibi aydınların fikirlerinden de faydalanılan bir metindir (Bilbilik, 2013). Bu Anayasa’nın ruhunu ve altında yatan fikirleri daha iyi anlayabilmek için, Avcıoğlu’nun Devrim Üzerine (1971) kitabı da bir referans noktası oluşturmaktadır. Konunun derinliği kesinlikle detaylı bir analizi hak etmektedir ancak biz burada Sol Kemalist bir anayasanın bel kemiğini oluşturan kilit maddeleri incelemekle yetineceğiz.

 

ALTI OK: MİLLİYETÇİ DEĞİL MİLLİ

 

İlk madde Türkiye Devleti’nin bir Cumhuriyet olduğunu belirterek başlar ve Cumhuriyet’in nitelikleri başlıklı ikinci madde ise altı okun birazcık farklılaştırılmış bir varyasyonunu içerir: “Türkiye Cumhuriyeti, Devrim ilkelerine dayanan halkçı, devletçi, laik, milli ve sosyal devrimci bir devlettir” (Gürkan, 1986).

 

Burada göze çarpan ilk husus, milliyetçilik değil milli kelimesi kullanılmış olmasıdır. Bu ilginçtir, çünkü Avcıoğlu, yazdığı pek çok yazıda milliyetçi olduğunu vurgulamıştır; ancak altı ok ilkelerini sıralarken “milliyetçi” yerine “milli” kavramını kullanmayı tercih etmiştir. Bahse konu milliyetçiliğin tanımını ise Türkiye’nin Düzeni’nde (1996: 338) şu şekilde yapar: “Atatürk hareketinde iki ana fikir vardır: Milliyetçilik ve çağdaş uygarlık. Milliyetçilik; politik, ekonomik her alanda tam bağımsızlık biçiminde ortaya çıkmaktadır.”

 

Benzer biçimde, Devrim Üzerine’de de şöyle der (1971: 36): “O halde bağımsız bir gelişme yolu izleyebilmek için, bu bağımlı kapitalist ilişkilerden kurtulmak ve bu ilişkilerin geliştirdiği ya da tasfiye edemediği egemen sınıfları etkisiz kılmak gereklidir. Bu nedenle, Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi, yalnız duygusal milliyetçi talep değil, kalkınmanın vazgeçilmez ön şartı olmaktadır.” Böylece Avcıoğlu, milliyetçilikten ne anladığını açıklar. Ona göre milliyetçilik; bağımsızlıkçı, anti-emperyalist ve toplumsal kalkınmacı bir ilkedir.

 

“Milli” sıfatı ise bu ilkenin tezahürüdür. Milli olan, halkçı ve bağımsız bir ekonomidir; milliyetçilik ise emperyalizme karşı devrimci bir kalkışın ideolojik aracıdır. Yani anayasada kullanılan “milli” kavramı, kapitalist sisteme eklemlenmemek ve ekonomik planlamayı ulusal çıkarlar temelinde yürütmek anlamında kullanılmıştır. Özdemir de (1986: 134) aynı sonuca ulaşarak, Yöncüler’e göre milliyetçiliğin ilk ve vazgeçilmez şartının “tam bağımsızlık” olduğunu belirtmektedir. 

 

Yöncüler'in burada neden “milliyetçi” değil de “milli” dediği konusunda şu çıkarım yapılabilir: Dönemin antikomünist ve gerici hareketlerinin neredeyse tamamı kendilerini “milliyetçi” olarak tanımlamaktadır. Yani halkın milliyetçilikten anladığı şey, Avcıoğlu’nun tarif ettiği anlamdan çok, Soğuk Savaş koşullarıyla şekillenen ve “Gladyo” olarak bilinen yapıyı da oluşturan silahlı faşist grupların kullandığı milliyetçilik biçimidir. Bu argümanı destekleyici mahiyette, Avcıoğlu’nun şu sözleri incelenebilir:

 

“Milliyetçilik, o tarihlerde Sam Amca dalkavuklarının tekelindeydi! Gerçekten vatansever, ilerici ve toplumcu çevreler ise, milliyetçilik lafından pek hoşlanmıyorlardı. Yön, böyle bir ortamda milliyetçilik bayrağını en yükseklerde tutarak yayın hayatına başladı... Bugün Sam Amca dalkavuklarının elinden bu bayrak düşmüştür. Milliyetçilik bayrağı, artık kendi mutluluğunu, Türk halkının mutluluğunda görenlerin ellerinde dalgalanmaktadır” (Avcıoğlu, 1967).

 

Yani Avcıoğlu’na göre iki milliyetçilik vardır: gerçek milliyetçilik ve sahte milliyetçilik. Sahte milliyetçilik, sırtını emperyalizme dayamış ve kapitalizm destekçisiyken, gerçek milliyetçilik ilerici ve toplumcudur. “Milliyetçi” sıfatının sahiplenilmesi, aslında Yön’ün maruz kalabileceği eleştirilerin önüne geçme stratejisi olarak da görülebilir. Zira o dönemde sosyalizm, Rus ajanı olmakla eşdeğer görüldüğü için, kendilerine yönelecek “milliyetçi olmama” veya “kökü dışarıda olma” yaftalamalarına karşın, sosyalizm ve milliyetçilik arasında karşıtlık değil, bilakis uyum bulunduğunun vurgulanması kararlaştırılmıştır (Atılgan, 2020). Böylece milliyetçilik kavramını kullanarak, memleketi sömüren yabancı sermaye uşaklarının da gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak hedeflenmiştir. (İlhan Selçuk, akt. Atılgan). Kısacası kendi milliyetçilik anlayışının başka milliyetçiliklerle karıştırılmasından duyulan endişe, “milliyetçi” yerine “milli” kavramının kullanılmasının sebebini açıklayabilir.

 

“SINIF” KAVRAMI

 

Madde üç, devletin; ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir bütün olduğunu, resmi dilin Türkçe olduğunu, başkentin ise Ankara olduğunu belirtirken, taslağın dördüncü maddesi, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk ulusuna ait olduğunu söyledikten sonra, “egemenliğin kullanılması hiçbir kişiye, zümreye ya da sınıfa bırakılamayacağı gibi; devrim ilkelerine de aykırı olamaz” hükmüyle son bulur. Sınıf sözcüğü, Yöncüler’in anayasası diyebileceğimiz bu taslakta yalnızca bir defa, bu maddede geçmektedir.

 

Bu maddeden, Yöncüler’in toplumsal sınıfların varlığını bütünüyle reddetmedikleri, ancak iktidarın sınıfsal bir temelde şekillenmesine de karşı çıktıkları anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, hareketin ideolojik konumunu “sosyalist ama Marksist olmayan” bir çizgide yeniden tanımlamamıza imkân tanır. Yöncü düşünce sosyalisttir; çünkü taslakta öngörülen halkçı yönetim modeli, devletin egemen sınıfların çıkarlarını koruyan bir araç hâline gelmesini engellemeyi amaçlar. Ancak Marksist değildir, zira toplumsal dönüşümü işçi sınıfının iktidarıyla özdeşleştiren bir anlayışa yönelmez; bunun yerine devlet öncülüğünde, planlı ve halkçı bir kalkınma süreci aracılığıyla toplumsal adaleti gerçekleştirmeyi hedefler.

 

SÖMÜRÜNÜN HER ÇEŞİDİ YASAKTIR

Temel Ödevler ve Haklar başlığı altında yer alan 47. maddeye göre, devletin ekonomiyi toplumsal bütünlüğü, dengeliliği ve eşitliği gözeterek geliştirmesi, bu süreçte herkese imkân ve fırsat eşitliği sağlaması gerekmektedir. Aynı zamanda birey, bu amaçlara ulaşmada devlete yardımcı olma ödeviyle yükümlüdür. Kişinin ekonomik haklarının, ulusal gelire yaptığı katkı oranında başlaması ve o ölçüde gelişmesi ilkesi, Sovyetler Birliği’nin 1936 Anayasası’nda yer alan “herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” anlayışını andırmaktadır. Devamında yer alan “sömürünün her çeşidi yasaktır” ifadesi ise insanın insan üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldırma amacını taşımaktadır. Bununla birlikte, sömürünün yalnızca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasıyla ortadan kalkacağını savunan Marksist yaklaşım açısından, bu madde her ne kadar antikapitalist bir nitelik taşısa da Marksist değildir. Madde devamında, sermayenin ulusal ekonominin hizmetinde olduğu ve kullanılmasının kamu yararına ve halkın ekonomik haklarına aykırı olamayacağı belirtilir. Dolayısıyla Yöncüler, tam anlamıyla özgür teşebbüsü benimsememekle birlikte, sermayeyi tümüyle reddetmeyip onu kamu yararı doğrultusunda sınırlandırmayı tercih etmişlerdir. Bu anlayışta sermayedarlar var olabilir; ancak sermayelerini toplumun ortak çıkarına zarar verecek biçimde kullanamazlar.

TOPRAK DEVRİMİ

68 Kuşağı’nın da gerçekleşmesi için büyük emek sarf ettiği toprak ve tarım devrimi, 50. maddede yer almaktadır. Buna göre, toprağı olmayan veya toprağı yetersiz olan çiftçiye toprak tahsis edilecektir. Aynı zamanda devletin, üretimi artırmak amacıyla her alanda kooperatifçiliği geliştireceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilir.

Toprak devriminden neyin kastedildiğini anlamak için, Devrim Üzerine kitabına dönmek gerekmektedir. Avcıoğlu, toprak devriminin sonuçlarından ilkin şöyle tanımlar: “Feodal ya da yarı feodal ilişkilerin ve feodalizmin bütün kalıntılarının tasfiyesi.” Zira ülkedeki üretim biçimi kapitalizm olmakla birlikte, Doğu’da ağa ve şeyhlerin hâlâ çok güçlü olduğunu; kapitalizm öncesi düzenden miras kalan tefeciliğin ise ülke çapında yaygınlığını sürdürdüğünü belirtir.

Dolayısıyla Avcıoğlu, tarım devrimini yalnızca toprak dağıtımıyla sınırlamaz; feodal ve yarı feodal bağımlılıkların ortadan kaldırılmasıyla tarımın büyük üretim kooperatifleri ve devlet çiftlikleri temelinde planlı hâle getirilmesini amaçlar. Böylelikle köylünün ağaya olan bağımlılığı kırılır, verimlilik artırılır ve sanayiyle eşgüdümlü ulusal kalkınma amaç olarak belirlenebilir.

 

KAMULAŞTIRMA

Daha önce de bahsettiğimiz üzere, Yöncüler’in anayasa taslağında üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılmasına dair bir ibare bulunmamaktadır. Hatta 49. Madde, herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğunu da belirtir. Ancak kilit öneme sahip birtakım kaynak ve sektörlerin devletleştirilmesi söz konusudur. Bunlar: Temel sanayi, ulaştırma, enerji ve doğal kaynaklar ve ormanlar ile dış ticaret, bankacılık ve sigortacılıktır.

Bugün ülkemizin madenleri yabancı şirketlerin denetimine bırakılmakta; dış ticaret politikaları sonucunda, yurtiçinde yetiştirilen kaliteli mahsuller büyük ölçüde ihraç edilirken halka düşük nitelikli ürünler kalmaktadır. Bankacılık sistemi, tefeciliğe benzer uygulamalarla toplumsal adaleti zedelemektedir. Nitekim 5510 sayılı Kanun’da emekli maaşlarına haciz konulamayacağı açıkça düzenlenmiş olmasına rağmen, “rıza” koşuluna dayanılarak bankalardan alınan krediler için emekli maaşlarına haciz konulabileceğini onaylayan Yargıtay kararı bunun bir örneğidir (Türkiye Barolar Birliği, 2025). Ülkenin en değerli ormanları ve gölleri kısa vadeli kâr hırsı uğruna tahrip edilmekte; enerji alanında ise, Amerika Birleşik Devletleri, imzalattığı anlaşmalar aracılığıyla Türkiye’yi enerji bakımından kendisine bağımlı hâle getirmektedir (Cevrioğlu, 2025).

Yöncüler ise aynı maddeye, ekonomik planlamanın toplum yararına yönlendirilmesi gerektiği ilkesini yerleştirmiştir. Bugünkü tablo, Yöncüler’in bundan altmış yıl önce uyardığı tehlikenin somutlaşmış hâlidir: ekonomik bağımlılık — hem de en ağır biçimiyle. Zira bu bağımlılık, yalnızca iktidar değişiklikleriyle ortadan kalkamayacak kadar uzun vadeli anlaşmalarla kurumsallaştırılmıştır.

Ekonominin düzenlenmesine ilişkin bu maddenin ardından, planlı bir ekonominin gereği olarak her on yılda bir ana kalkınma planı hazırlanacağı ve uygulanacağı belirtilmiştir. Bu planın Devrim ilkeleri’ne uygun biçimde yürütülmesinden ise Devlet Planlama Teşkilatı sorumlu tutulmuştur.

 

EMEK İSRAF EDİLEMEZ

 

Çalışma hayatını düzenleyen 53. madde, çalışmanın bir hak, bir ödev ve bir şeref olduğunu belirttikten sonra şu ifadeyle tamamlanır: “Emeğin ulusal gelire katkı oranında ve ekonominin oluşumuna etkisi ölçüsünde değeri vardır. Emek israf edilemez.”


Bu fıkra, Marx’ın “emeğin metalaştırılması” olarak adlandırdığı duruma — yani insanın çalışma gücünün (emek gücünün) alınıp satılabilen bir meta hâline gelmesine — karşı bir duruş olarak yorumlanabilir. Zira, burada emeğin değerini belirleyen ölçüt, serbest piyasa değil; ulusal gelire ve ekonomik üretim sürecine yaptığı toplumsal katkıdır. Dolayısıyla madde, emeğin piyasa dinamikleri içinde değersizleşmesini değil, planlı bir ekonomik düzen içinde korunmasını öngörür.

 

Bu maddeyi, anayasanın diğer hükümleriyle beraber değerlendirdiğimizde şu sonuca varabiliriz: Yöncüler, Marx’ın emek-değer teorisinin sosyal adalet yönünü — yani emeğin karşılığını alması gerektiği fikrini — benimserler; ancak emeğin israf edilmemesi hedefine sınıf mücadelesi yoluyla ulaşabileceklerini düşünmezler. Onlara göre, bu hedefe ulaşmada öncü rol üstlenecek kesim işçi sınıfı değil, “zinde kuvvetler” olarak adlandırılan aydın tabakadır.

 

EĞİTİM

Milli eğitimin ilkeleriyle ilgili madde, herkesin öğrenim ve eğitim hakkını güvence altına alırken, bu haklara erişimin parasız olduğunu da belirtir. Devletin eğitimdeki hedefi ise şu şekilde tanımlanmıştır: “Halkın her kesimini devrim ilkeleri ve insanca yaşamın önemini anlayacak bir düzeye getirmek ve yurt kalkınmasına yararlı kişiler yetiştirmek.”

Devamında, özel din eğitimi yapılamayacağı ve din eğitiminin kapsamını devletin belirleyeceği düzenlenmiştir. Ayrıca, din eğitiminin içeriği; devletin ilke ve amaçlarına, laiklik ilkesine ve kişinin vicdan özgürlüğüne aykırı olmayacak biçimde sınırlandırılmıştır.

Bu iki madde, eğitimin hem sınıfsal eşitsizliklerin giderilmesinde hem de devrimci bilincin yerleşmesinde temel bir araç olarak görüldüğünü açık biçimde ortaya koymaktadır. Eğitim, yalnızca bilgi aktarma süreci değil; aynı zamanda ideolojik bir görev, yani devrimci bilinci yeniden üretme mekanizması olarak tanımlanır.

Özel din eğitiminin yasaklanması ve yalnızca devlet denetiminde din eğitimi verilmesi hükmü ise, bugün de etkilerini hissettiren tarikat ve cemaat yapılanmalarının, dini inançları sömürerek sağladıkları maddi ve manevi gücün önüne geçme amacını taşır. Bugün çokça muzdarip olduğumuz bu yapıların, dini inançları sömürerek elde ettikleri maddi kazançların yanı sıra, devlet kurumları içindeki kadrolaşma yoluyla edindikleri siyasal nüfuzun da önüne geçilmek istendiği görülmektedir.

DEVRİM PARTİSİ

“Devrim Partisi” başlıklı 63. madde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak amacıyla devrimci bir kadronun oluşturulmasını ve bu kadronun, devrimi hedefinden saptırmayacak; Atatürk ilkelerini çağdaş düşünce ve bilim ışığında yorumlayarak uygulamayı ilke edinen bir Devrim Partisi kurmasını öngörür.

Devrimci bir kadro yaratılması ve bu kadronun öncü rol üstlenmesi, Lenin’in öncü parti modelini andırmaktadır. Ancak Yöncüler, Devrim Partisi’nin gerçekleştireceği devrimin proletarya adına veya onun iktidarını tesis etmek amacıyla yapıldığına dair bir emare sunmamaktadır. Kaldı ki Yöncüler, “zinde kuvvetler” olarak tanımladıkları asker ve sivil aydınların, halkı dönüştürmede öncü bir rol üstlenmesi gerektiğini savunmakla birlikte, bu rolü meşru biçimde sürdürebilmelerinin koşulunu emekçi sınıflardan yana bir tutum almaları olarak görmüşlerdir (Atılgan, 2020). Dolayısıyla, her ne kadar Devrim Partisi’ne öncü bir rol biçilmişse de devrimin proletarya için yapılmamış olması, bu maddeyi Marksist-Leninist teoriden ayırmaktadır.

 

Bununla birlikte, maddenin son cümlesi anayasanın genel hedefi hakkında açık bir fikir verir: “...Devrimi hedefinden saptırmayacak ve Atatürk ilkelerini çağdaş düşünce ve bilim ışığında yorumlayarak uygulamayı ilke edinen bir Devrim Partisi...” Bu ifade, Yöncüler’in yazdığı anayasanın amacının, Atatürk devrimlerini çağdaş düşünceyle yeniden yorumlayarak sürekliliğini güvence altına almak olduğunu göstermektedir.

 

SONUÇ

 

Genel hatlarıyla incelediğimiz bu anayasa hakkında çok şey söylenebilir ve gerçekten de çok şey söylenmiştir: Baasçı bir anayasa olduğu, Marksist bir anayasa olduğu ya da olmadığı, Kemalist bir anayasa olduğu, Lasallecı bir anayasa olduğu, burjuva demokratik devriminin anayasası olduğu veya bu devrimin tamamlanması için kullanılacak bir anayasa olduğu; hatta kimi yorumlara göre sosyalizme geçişte ara bir formül niteliği taşıdığı ileri sürülmüştür (bkz. Tokmak, 2024).


Bu değerlendirmelerin her birinde bir ölçüde gerçeklik payı bulunmakla birlikte, anayasanın genel olarak antikapitalist bir tutum aldığı açıktır. Ancak bu tutum, bir işçi iktidarı hedefi ya da üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasına yönelik bir amaç içermemektedir. Bununla birlikte, emeğin israf edilemeyeceği, sermayenin ulusal çıkarlara uygun biçimde kullanılacağı, temel kaynak ve sektörlerin devletleştirileceği ve son olarak anayasanın hedefinin “Atatürk ilkelerini çağdaş düşünce ve bilim ışığında yorumlayarak uygulamak” olarak belirlendiği dikkate alındığında, bu anayasanın sol-Kemalist bir nitelik taşıdığı söylenebilir.

 

İdeolojik tutumu nasıl sınıflandırılırsa sınıflandırılsın, bu taslağın Türkiye’nin siyasal tarihindeki en ilerici ve en halkçı anayasa girişimlerinden biri olduğu inkâr edilemez. Gerçekleşememiş olması onu değersizleştirmez; aksine, gerçekleşme ihtimalinin varlığı bile Türkiye’nin siyasal modernleşme serüveninin çok farklı bir YÖN’e evrilebileceğini göstermektedir.

 

Daima dergisinin bu sayısında, Av. Kerim Bütün de Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 27 Mayısçılara sunduğu anayasa taslağını ele almıştır. Türkiye’de farklı ideolojik yönelimlere sahip düşünürlerin olası bir anayasa tasarısına yaklaşımlarını karşılaştırmak isteyenler, söz konusu yazıyı da inceleyebilirler.

 

 

Kaynakça

Atılgan, G. (2020). Kemalizm ile Marksizm arasında geleneksel aydınlar: Yön–Devrim hareketi (3. bs.). Yordam Kitap.

Avcıoğlu, D. (1967). Son söz. Yön, (222), 3.

Avcıoğlu, D. (1971). Devrim üzerine. Bilgi Yayınevi.

Avcıoğlu, D. (1996). Türkiye’nin düzeni: Dün, bugün, yarın (Birinci kitap). Tekin Yayınevi.

Bilbilik, E. (2013). Öncesi ve sonrasıyla 9 Mart–12 Mart süreci. Profil Yayıncılık.

Cevrioğlu, E. Ş. (2025, 7 Ekim). Türkiye–ABD enerji ortaklığı nükleer ve doğal gaz anlaşmalarıyla derinleşiyor. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/turkiye-abd-enerji-ortakligi-nukleer-ve-dogal-gaz-anlasmalariyla-derinlesiyor/3709580

Gürkan, C. (1986). 12 Mart’a Beş Kala. Tekin Yayınevi.

Özdemir, H. (1986). Kalkınmada Bir Strateji Arayışı – Yön Hareketi. Bilgi Yayınevi

Tokmak, M. (2024). “Devrim Anayasası” taslağı ışığında 9 Mart hareketinin siyasal ve ideolojik görünümleri. Amme İdaresi Dergisi, 57(4), 97–130.

Türkiye Barolar Birliği, Tüketici Hakları Komisyonu. (2025, 19 Eylül). Emekli aylıklarına bloke konulmasına izin veren Yargıtay kararı sosyal hukuk devletini zedelemiştir. Türkiye Barolar Birliği. https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/emekli-ayliklarina-bloke-konulmasina-izin-veren-yargitay-karari-sosyal-hukuk-devletini-zedelemistir-85890