Mümtaz Hoca'nın Anısına...
“Hocaların Hocası” Mümtaz Soysal’ı yakın dostları ve çalışma arkadaşları, Mülkiye’nin 3 efsane hocası Bilsay Kuruç, Korkut Boratav, Ruşen Keleş; son doktora öğrencilerinden Niyazi Altunya, Amme İdaresi’nden öğrencisi ve aile dostu Erdal Çalı Daima’ya anlattı. Ayrıca, Yön-Devrim Hareketi üzerine yazdığı tez için Mümtaz Soysal ile uzunca bir söyleşi yapan Gökhan Atılgan ve Mümtaz Soysal’ın Mülkiye’den ‘kürsüdaşı’ Murat Sevinç, daha önce yayınlanan yazılarını gözden geçirerek yayınlaması üzere Daima’ya gönderdiler. Değerli hocalarımıza katkıları için sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
MÜMTAZ SOYSAL İÇİN… / Bilsay Kuruç
Anayasa “süper yönetmelik” gibi bir kurallar manzumesi midir? Toplumu haklar mücadelesiyle kendini aşarak erişeceği bir yurttaşlık aşamasından uzak tutmaya uğraşan yönetimler için öyle. Toplumda ileri gitme arzusunu ve gücünü seferber edebilen bir tarihse, aşamayı gören, kavrayabilen, bununla özdeşleşebilen hukukçular için öyle değil. Mümtaz Soysal, toplumun Cumhuriyet ile nasıl bir haklı radikallikle geleceğe akacağını gören kişi, Anayasanın nasıl bu akışın hukukunu yaratacağını, onu şekillendireceğini yaşamında ve mesleğinde adım adım ortaya koydu. Tarihin uygarlığa doğru akışında hukuk metinlerinin nasıl toplum için hareket ettirileceğini geleceğin hukukçularına ve siyasetçilerine berraklıkla gösterdi. Mücadelesinin değerini gelecek kuşaklar daha iyi kavrayacaklar, toplumun uygarlık iddiası demek olan Cumhuriyet’in temeline daha iyi yerleştireceklerdir.
Mümtaz Soysal’ı Anarken… / Korkut Boratav
Ölüm yıldönümünde sevgili Mümtaz’ı, dostlukla, özlemle anıyorum…
Mülkiye’de o profesör, dekan; ben önce asistan, sonra öğretim üyesi olarak uzun yıllarımız yan yana geçti. Birkaç yıl da onun kurduğu, başkanı olduğu Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi (KİGEM) Yönetim Kurulu’nda birlikte çalıştık.
Dostlukla, arkadaşça anıyorum. Benden altı yaş büyüktü; Mülkiye geleneğine göre ona “Mümtaz ağabey” diye hitap etmem gerekirdi. Ama bana karşı (nedense) yaşıtı gibi, üstelik dostluğun, meslektaşlığın ötesinde hep arkadaşça davrandı. Herhalde o yüzden günlük ilişkilerimizde benim için daima sadece “Mümtaz…” idi.
Özlemle anıyorum. Zira, bilim insanı, yazar, öğretmen, dekan, yönetici, siyasetçi kimliklerini, ender kişisel nitelikleri ve “daima akıntıya kürek çeken, sistematik olarak muhalif” özellikleri ile birleştirin… Türkiye’nin çalkantılı, gerilimli, çatışmalı yarım yüzyılı için ödünsüz bir aydın elde edersiniz. Mümtaz öyle bir kişiydi.
Üstelik, üretken ve yaratıcıydı. Alanında bir başyapıt olduğunu düşündüğüm Anayasaya Giriş kitabı nedeniyle 12 Mart döneminde uzun süre yargılandı; bir yılı aşkın tutuklu kaldı. Duruşmalarına Mülkiye’deki meslektaşları olarak topluca gittik. Bilimsel ilkelerini, kitabını, dünya görüşünü ödünsüz savunurken ceza davasının yargıcını nasıl etkilediğini, yer yer mahcup ettiğini hayretle fark ettik.
Türkiye hukuk tarihinin en demokratik 1961 anayasasının yazarları arasında yer alması ondan beklenirdi. Ama, liberal rüzgârların ülkeye hâkim olduğu bir ortamda Cumhuriyet iktisat tarihinin en önemli kazanımlarından biri olan kamu işletmeciliğini, sadece “korumak” değil geliştirmek için KİGEM’i kurması sıradan, olağan bir eylem değildir. Bu direnme-savunma mücadelesini en etkili yürütecek toplumsal gücün örgütlü işçi sınıfı olduğunu teorik olarak fark etmesi Mümtaz için olağandır. Ama bu teorik algılamayı fiilen hayata geçirmesi, günlük mücadeleye taşıması, yer yer başarılı olması olağan-dışıdır. Bu olağan-dışı adımı, “KİGEM’in karargâhı” olarak Harb-İş Sendikası’nı seçerek attı. Üstelik, dönemin yaygın, tahripkâr özelleştirme dalgasını birkaç yıl boyunca sendikaların KİGEM aracılığı ile açtığı davalar sayesinde frenledi.
Bu istisnaî insanın dostları, meslektaşları arasında; yer yer bir mücadele arkadaşı olarak da yer almış olmaktan onur duyuyorum. Kendisini sevgiyle özlüyorum.
MÜMTAZ SOYSAL İÇİN / Ruşen Keleş
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Mümtaz ile aynı yıllarda okudum. Ben 1954, Mümtaz 1953 mezunuydu. Gerek öğrencilik gerekse asistanlık dönemlerimizde çok yakın arkadaştık. 1971’deki askeri müdahale döneminde “Anayasaya Giriş” kitabında “komünizm propagandası” sebebiyle Dekanlığı esnasında görevden alındı. Ben o sırada, fakülte yönetim kurulundaydım. Mümtaz, benden “dekan vekili” olarak görev yapmamı istedi. 1971’de görevi vekil olarak devraldım. 6 ay sonraki seçimlerde ise dekan oldum. Eşi Sevgi Soysal ile samimiyetimiz vardı. Onunla beraber Mamak Askeri Cezaevi’ne Mümtaz’ı ziyarete giderdik. Ne yazık ki 6 yıl önce vefat etti. Değerli kardeşimin cenazesi için İstanbul’a gittim. Dünya görüşü farklı olan öğrencileri bile onu sevip sayarlardı. Örnek olarak Mesut Yılmaz’ı gösterebilirim. O da cenazesine gelmişti. Her gününe olan saygısıyla, Mümtaz orada duruyordu. Ruhu şad olsun.
HOCAM MÜMTAZ SOYSAL / Niyazi Altunya
Onu nasıl tanıdım? Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı yüz olarak tanımam 1969’da oldu. Önceden yazılarıyla tanıdığım Mümtaz Hoca, türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE)’nde “Türkiye’nin Siyasal Yapısı ve Sorunları” dersimize geldi. Haftada bir gün 1 saat 45 dakika süren bu dersin gelmesini iple çekerdim. 25 kişilik grubumuz büyükçe bir masanın çevresinde toplanırdık; Hoca da karşımızda. O yıl Hoca, 40 yaşında profesör olmuştu. Mümtaz hoca dersi “Sokratik” bir yaklaşımla işlerdi. Her hafta bir arkadaşımız onun bir hafta önce önerdiği bir kitabı inceler, derste özetlerdi. Hoca sorduğu sorularla hem ödevli arkadaşın kitabı dikkatli okuyup okumadığını yoklar hem de bizi tartışmaya katardı. Onun dersini izlemek için çok dikkatli okumak gerekirdi. Önerdiği kitabı dikkatli okumayan (Kemal Karpat – Türk Demokrasi Tarihi) ya da okuyup iyi anlayamayan bir arkadaşın yeniden okuyup ertesi hafta tanıttığını unutmadım.
Onun aklına, yöntemine hayran olmuştum. Yılın sonu gelmeden onun yeniden öğrencisi olabilir miyim diye hayal kurup duruyordum. Bir yıllığına Diyarbakır’daki görevimden izinli gelmiştim. O zaman çözüm bulamadım ama yaklaşık 15 yıl sonra yeniden öğrencisi oldum. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora tez danışmanım oldu. Bazı hocalarım dahil, birçok kişi onunla çalışmanın zor olduğunu, başka danışman bulmam gerektiğini söyledi. Ben her zamanki çılgınlığımı gösterip onu seçtim. Mümtaz Soysal’ın danışmanı olduğunu unutmadan zevkle çok çalıştım ve tezi başarıyla savundum. (1990) Yanılmıyorsam Mümtaz Hoca’nın son doktora öğrencisi benim.
Mümtaz Hoca ile ikinci yakınlaşmamız, 2002’de onun genel başkanlığınca “Bağımsız Cumhuriyet Partisi” (BCP)’ni kurmamızla oldu. Mümtaz Hoca, kendisinin de belirttiği gibi alışılmış bir lider değildi. Bazen, partinin önemli çalışmalarını bırakıp Antalya Akdeniz Üniversitesi’ndeki derslerine giderdi. Öğretmenlik ve köşe yazarlığını belleğini yitirinceye kadar sürdürdü. Öğretmenliğe çok özel bir tutkusu vardı. Çok seçkin bir bilim insanı olmanın yanında çok başarılı bir öğretmendi.
Mümtaz Soysal, 1971 darbesinde, dekanlık yaptığı çalışma odasından götürülüp tutuklandı. Bir yıl kadar tutuklu kaldı, salıverilince doğruca yarım kalan “Anayasaya Giriş” dersine gitti. Öğrencilerinin verdiği çiçeği almadı; çünkü ortada bir başarı yoktu. Hoca Anayasa Hukukunda bir çığır açmıştı. Muhbirleri bile ona gönderme yapmadan geçemediler ve onun “Anayasaya Giriş”, “Dinamik Anayasa Anlayışı ve “100 Soruda Anayasanın Anlamı” kitapları bu alanda yepyeni bir yaklaşım getirmişti. Bu kitapları okutanlar arasında Hocanın kendi hocaları da vardı.
Hoca, kendisini hapse atanları bile görmeze gelip Türkiye’nin darboğaza sokulduğunda ülkeyi uluslararası platformlarda savundu. Örneğin, Tahkim davalarında, hem de çıkarcı Türk avukatlarına karşı (içlerinde Profesör de vardı) ülkesini savundu. Ermeni çetelerinin yaptığı Orly katliamında sadece Türkiye’yi değil, insanlığı savundu ve ilgili mahkeme onu selamladı. Hoca, Uluslararası Af Örgütünün ikinci başkanı idi. Türkleri, Ermeni katliamı ile suçlamak amacıyla çevrilen “Doğu Ekspresi” filmini, hem de batılı komisyon üyelerini izleterek mahkûm ettirdi.
Mümtaz Hoca, dört beş yabancı dil bildiği halde (Latince dahil) Türkçenin gücüne aşıktı ve kolay kolay yabancı sözlük kullanmazdı; bu konuda öğrencilerini de uyarırdı.
O, ufak tefek dev adamı, sevgili öğretmenimi saygı ve özlemle anıyorum.
Mümtaz Soysal’ı Anmak ve Anlamak.. / Erdal Çalı
Benim gözümle Mümtaz Soysal her şeyden önce örnek bir öğretmendi. Bilgisi ve birikimiyle, konuları ele alışı, kavrayışı, kavratışı ve anlatışıyla örnek bir öğretmen… Kitapları da öyle.. Anayasaya Giriş, Dinamik Anayasa ve 100 Soruda Anayasa kitapları da daha sonra yazılanlara örnek olmuştur. Yeni Ortam, Milliyet, Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinde ve birçok dergide yer alan binlerce yazısı da öyle. Bu yazılardaki dil, düşünce tutarlılığı ile mantık örgüsü hayranlık vericidir. İçlerinde okullarda düşünce öğretiminde eğitim malzemesi olarak kullanılabilecek birçok yazı da bulabilirsiniz. Mümtaz Soysal, Çağdaş uygarlık düzeyini yakalayıp onu kendine aşma hedefi koyan ve Türkiye’yi, Dünya uluslarının saygın bir üyesi yapmak isteyen cumhuriyetin ilk kuşağının temsilcilerindendir. Vatanı yüceltmek, her yöresiyle bayındır ve mutlu yurt yaratarak böyle bir yurtta nitelikli bir toplum yaşatmak onun idealiydi.
Şu sözler onundur: “Ülkenin güzelliğini, insanların potansiyelini düşününce ister istemez, biraz gayret, hedef, plan, program ve disiplin olsa neler yapılmaz ki” diye düşünmekten kendini alamıyor insan…” Ve şöyle tamamlıyordu sözlerini: “ Safsatanın yerini ciddi bir kalkınma felsefesinin alacağı bir Türkiye, şaşırtıcı harikalar yaratabilir.”
Nitelikli toplum yaratmak da kurduğu partinin (Bağımsız Cumhuriyet Partisi), yedi ilkesinden biriydi.
Çürüyüşten Dirilişe
M.Soysal, özellikle 1980 sonrası ülkedeki her alanda yaşanan bozulma ve çürüyüşü gördükçe çareler arıyordu. “Çürüyüşten Dirilişe” bu arayışın ürünüdür. Cumhuriyet Gazetesinin okurlarına armağan olarak dağıttığı bu kitapçıkta yer alan yirmi gözlem ve on ilke kanımca günümüzde de bir cumhuriyetçi seferberlik ve onarım programı olabilme özelliğini taşıyor.
Soysal, Cumhuriyeti yine Cumhuriyetin kurtaracağına inanıyor ve ulus devlet ve ulus kavramlarını irdelediği bir yazısında şunları yazıyordu: “..ve sorunlarımızın önemli bir bölümü, “ulus devlet” yaratırken “vatandaş insanı” yaratmaya gereken önemin verilmeyişinden yakınıyordu.
Soysal’a göre vatandaş insan, “Kamusal işlere ve işleyişe daha anlamlı biçimde katılan insandır. Soysal, bu vatandaş insan eksikliğini, KİGEM’de özelleştirmelere karşı mücadele ederken şiddetle duyacak ve sendikalarının kendilerinin kurduğu Kamu İşletmeleri Geliştirme Merkezi vakfının daha sonraları sırtlarında bir yük gibi görmelerinden de acı acı yakınacaktır. (KİGEM’in evrakı ise İşçi sendikaları yer vermediği için şu anda ADD’nin Ankara Batıkent’teki binasında tozlanmaktadır.)
Mümtaz Soysal katıksız bir yurtseverdir. Gece Yarısı filmindeki ülkemizi aşağılayan gerçek dışı sahneler için, başkan yardımcısı olduğu Uluslararası Af örgütünü olağanüstü toplantıya çağırıp, insan hakkı ihlallerine karşı karar aldırmayı görev saymıştır.
Soysal, ayrıca Rauf Denktaş’ın danışmanı olarak BM gözetiminde yapılan görüşmeler için New York’a giderken o günlerin başbakanı da Denktaş’a “Danışmanını değiştir” çağrısı yapmaktadır. Ancak görüşmelerden hemen sonra Soysal, Enerji Bakanlığı tarafından bazı uluslararası şirketlerin şikâyeti nedeniyle Uluslararası tahkim duruşmasına da çağrılmıştır. İhtiyaç duyulan Soysal’ın uzmanlığı ve uluslararası bilim ve hukuk çevrelerindeki saygınlığıdır. Mümtaz Soysal, Fransa’da Ermeni teröristlerin gerçekleştirdiği Orly katliamı davasında olduğu gibi, kendisine, ülkesinin ihtiyaç duyduğu anada uzmanlık bilgisini duraksamadan veren bir kişiliğe sahipti.
Mümtaz Soysal, Galatasaray Lisesi mezunu bir Beşiktaşlıydı. Beşiktaş Jimnastik Kulübünün Divan Kurulu üyesiydi. Ama tüm renklerin farkında olan bir Beşiktaşlıydı. Bu taraftarlık anlayışı, öncelikle adaleti, nezaketi, liyakat ve emeği temel alıyordu.
Soysal’a da yakışan buydu.
Ondan öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.
Mümtaz Soysal İçin… / Gökhan Atılgan
(Bu yazı ilk olarak, 17 Kasım 2019’da BirGün’de yayınlanmıştır. İzni ve gözden geçirerek yaptığı eklemelerden dolayı Gökhan Atılgan’a teşekkür ediyoruz.)
6 Eylül 2000’de, o zamanlar yazarı olduğu Hürriyet gazetesinin Ankara ofisinde Mümtaz Soysal’ı ziyaret etmiştim. Ziyaretimin sebebi de yüksek lisans tez konum olan Yön dergisi hakkında Hoca ile bir söyleşi yapmaktı. Bu söyleşi, Mümtaz Hoca’nın şahane bir anlatıcı olduğuna ilk şahit oluşumdu. Sakin, sabırlı, bilge ve dinlemeye doyulmaz bir anlatış tarzı vardı.
O görüşmemizde Hoca bana o zamana kadar pek bilinmeyen bazı bilgiler aktarmıştı. Sözgelimi tam 1042 aydın tarafından imzalanan ve Cumhuriyet tarihimizin en etkili bildirisi olan Yön Bildirisi’nin kim tarafından kaleme alındığını sormuştum Mümtaz Hoca’ya. “Ben kaleme almıştım,” demişti. Oysa Yön Bildirisi tıpkı Yön dergisi gibi Doğan Avcıoğlu adıyla anılıyordu.
Sonra, derginin isminin nasıl konulduğunu sormuştum. “Yön adını ben önerdim. Doğan da hiç düşünmeden ‘tamam’ dedi” diye yanıtlamıştı bu sorumu Mümtaz Hoca.
Bugün dahi konuyla ilgili kime sorsanız, Yön’ün bildirisini yazanın da adını koyanın da olsa olsa Doğan Avcıoğlu olabileceğini söyleyecektir size. O görüşmeyi yapmasam ben de bu yönde bir yanıt verirdim sanırım. Oysa o tarihî bildirinin ve o güzel ad’ın arkasında Mümtaz Soysal vardı.
Tez yazarken bütün Yön koleksiyonunu didik didik etmiş, satır satır okumuştum. Dergideki en önemli yazılar Doğan Avcıoğlu imzasını taşıyordu, ama bana sorarsanız en güzel yazılar Mümtaz Soysal’ın kaleminden çıkmıştı. Sözgelimi “Göl Kıyısında” başlıklı yazısının bana nasıl bir haz verdiğini bugün bile hatırlıyorum.
Hoca’nın kendine has bir yazı üslubu vardı, üslubunda sıradışı bir marifet, marifetinde benzersiz bir zarafet, zarafetinde de tadına doyulmaz bir lezzet. Galiba dergiler ve gazeteler için yazılan kısa yazılarda onun leziz üslubu bir daha hiç yakalanamadı.
Mümtaz Hoca ile yaptığım söyleşide kendisine “aradan 40 yıl geçtikten sonra Yön’de ortaya koyduğunuz görüşler hakkında bugün neler düşünüyorsunuz” diye sorduğumda sakince ve bilgece “aynen, aynı şekilde düşünüyorum” demişti. Sadece siyasal tavırlar açısından değil, düşünsel perspektifler bakımından da kolayca “yön” değiştirmeyen, rüzgâra kapılmayan sağlam bir bakış açısına sahipti kendisi.
Mümtaz Soysal’ın Anayasaya Giriş adlı kitabı Türkiye’de tarihsel maddeci bir perspektiften yazılan ilk anayasa kitabıydı sanırım. Osmanlı-Türk aydınlarının anayasa meselesine geleneksel ve idealist bakışlarını sarsmış, değiştirmiş ve yerli yerine oturtmuştu. Hoca’nın Yön dergisinin ilk on iki sayısındaki “Temeldeki Kavgalar” başlıklı yazı dizisi, anayasanın toplumsal mücadelelerinin ve sınıf kavgalarının en önemli alanlarından biri olduğunu 1961 Anayasası üzerinden gösteren benzersiz bir örnekti. Anayasa Diyalektiği Üzerine Bir Deneme adlı küçük kitabı ise metinlerin nasıl ele alınıp çözümlenmesi gerektiği konusunda bir bilim insanı olarak benim şaşmaz rehberim oldu.
Mümtaz Soysal geride tutarlı bir bakış, kamucu bir tavır alış, toplumcu bir saf tutuş ve cesur bir duruş bırakarak ayrıldı aramızdan.
Mümtaz Soysal, Mümtaz Bey, Mümtaz Abi, Mümtaz, Mümtaz Hoca… / Murat Sevinç
(Bu yazı ilk olarak, 14 Kasım 2019’da Diken gazetesi internet sayfası üzerinden yayınlanmıştır. Yazarının izniyle kısaltarak yayınlıyoruz, Murat Sevinç’e teşekkürlerimizi sunuyoruz.)
Hocam Cem Eroğul, 1995’in Aralık ayındaki asistanlık mülakatının sonuçlanmasının ardından, bir iki saat içinde odasına uğramamı rica etmişti. Gittim. Masasının karşısındaki sandalyeye oturtup konuşmaya başladı. Arkasındaki duvarda asılı duran üç hocanın fotoğraflarının yer aldığı çerçeveleri gösterdi. Dedi ki, “Bak bu insanların huyu suyu, ideolojisi, hocalıkları farklıydı ama çok önemli ortak nitelikleri vardı. Üçü de topluma yalan söyleyip ihanet etmedi ve üçü de çok çalışkandı. Kulağına küpe olsun. Çalışırsan, çok çalışırsan burada kalırsın, yoksa kamu kaynaklarını tüketmene izin vermem.”
Duvardakiler, Bahri Savcı, Muammer Aksoy ve Mümtaz Soysal’ın fotoğraflarıydı. O fotoğraflar, Cem Hoca emekli olunca odamın duvarında misafir oldu. Atıldıktan sonra evimin duvarına taşındılar. Çok şanslı biriyim. YÖK’le birlikte üniversitenin sona ermekte olduğu, kurumların cenaze hazırlıklarının yapıldığı yıllarda, hiç olmazsa eski üniversitenin ‘özerklik nedir’ bilen hocalarıyla geçirdim yıllarımı.
Hocalık ile akademisyenlik aynı şey değildir. Şimdiki çapsız ve münasebetsiz idarecilerin iman ettiği gibi, iyi akademisyenlik, kimsenin haberdar olmadığı dergilerde hiçbir kamusal faydası olmayan makaleler yayınlama yarışı da değildir. Ne iyi akademisyenlik ne de iyi hocalık, böyle bir şeydir. İyi hocadan, yalnızca anlattığı konuyu değil, örneğin bir jüride ne yapılması, adaya nasıl yaklaşılması, çocuksu sorular soran öğrenciye nasıl yanıt verilmesi, kâğıtların nasıl okunması, akademik ahlakın, çalışma disiplininin nasıl olması, bir tezin nasıl yönetilmesi gerektiğini de öğrenirsiniz. Kürsüdeki duruşuyla, neyi nasıl anlattığıyla, kürsü dışındaki hali ve tavrıyla, karşısındakini ne ölçüde dönüştürebildiğiyle, hangi kapıları açıp açmadığıyla ilgili bir faaliyettir hocalık. Saygın bir konumdur. Öyle olması gerekir. İyi hoca, düşündüklerine ve anlattıklarına hiç katılmayan öğrencilerin de kendilerini saygıyla yad ettiği insandır.
Hocalık, bir tavır, bir duruş sahibi olmaktır. Öğrencileri, meslektaşları atıldıktan sonra fakültedeki etkinliklere katılmayan Korkut Boratav, yalnızca çok önemli bir Marksist iktisatçı olduğu için değil, bunu yapabildiği için ‘Boratav Hoca’dır aynı zamanda. Ya da doktora dersindeki şahane anlatımıyla bana o sevimsiz rakam ve tabloları sevdiren Bilsay Kuruç, yalnızca iktisat tarihi bellettiği için ‘Bilsay Hoca’ olmadı. Hayatta sağlamca durduğu bir yer ve bir tavrı var, ‘hoca’ dediğimiz insanların. Hiçbir yerde duramayan, her yerde olmak isteyen soytarılara nasıl anlatılır ki, bu hal?
Öğrencisi olmak dışında herhangi bir akademik-insani ilişki kurmadım Mümtaz Hoca’yla. Böyle bir fırsat olmadı. Asistan olduğumda siyasete girmiş, milletvekilliği yapıyordu. Hocaların davetiyle arada bir SBF’de derse girerdi. Sembolikti bu dersler. Karşılaşmalarımızda ayak üstü bir iki kez sohbet ettik, hepsi bu…
Okuduğunuz yazı, uzun ve zorlu bir yaşamın, doğrusu hiç haddim olmayan bütünlüklü biçimde değerlendirmesinden çok, bir ‘öğrencisi’ ve yıllar sonra onun bıraktığı derslerin ‘emanetçisi’ (2017’nin, 7 Şubat gününe dek) olmuş eski bir SBF Anayasa Kürsüsü çalışanının, Soysal’a, o kuşak akademisyenine ve artık sona ermiş görünen ‘kürsü geleneğinin’ değerine dair bazı gözlemleri olarak kabul etmenizi dilerim.
Kişisel bir bağımın olmamasına karşın, yıllarımı onun kürsüsünde, öğrencisi ve arkadaşı olmuş hocalarla birlikte geçirdim. Mümtaz Hoca hakkında iyisiyle kötüsüyle, çok ‘hatıra’ dinledim. Genç bir ‘kürsüdaşı’ olarak, yazdıklarını okudum. Dolayısıyla Hoca hakkında kalem oynatmak hem kolay hem zor benim açımdan. Ayrıca öylesine uzun, dolu, siyasi tartışmaların içinde bir ömür ve öylesine zengin bir akademik geçmiş ki, iki üç sayfada tüketilemez. Gerek de yok böyle bir çabaya.
Mümtaz Hoca, bir ‘kürsü’ hocasıydı. Bu bir gelenek, kürsü geleneği. Artık sona ermiş görünen eski geleneksel kürsüler, asistanlığı ‘akademinin fidanlığı’ olarak görüp usta çırak ilişkisi içinde eğitirdi. Asistan olduğunuz gün geleceğin hocası muamelesi yapılırdı. 1961 Anayasası’nın yapıcılarından Bahri Savcı Hoca’nın 1997’deki cenaze töreninde, Mümtaz Soysal ‘kürsüyü’ aileye benzetmişti.
Tören, eski Mülkiye’nin olduğu Yıldız Kampüsü’ndeydi ve Hoca, konuşmasında kürsü üyesinin vefatını aile ferdinin kaybıyla karşılaştırmıştı. Yıllar sonra ben de aynı duyguyu, hocam Yavuz Sabuncu’nun vefatında yaşadım. Üçüncü sınıflara verdiğim ‘Türkiye’nin Anayasal Düzeni’ dersi, bana Yavuz Hoca’nın emanetiydi.
İşte Mümtaz Soysal o kürsü geleneğinin mimarlarındandı. Bahri Savcı ile birlikte. Sonrasında Cem Eroğul, Fazıl Sağlam, Yavuz Sabuncu takip etti. Hoca’nın vefatının ardından, Fazıl Sağlam Hoca’nın bizlerle paylaştığı küçük bir hatırayı nakledersem, daha iyi anlaşılabilir belki ‘kürsü’ olmanın anlamı ve değeri.
Sözü Fazıl Hoca’ya bırakayım: “İş Hukuku doktorası için gittiğim Köln’den döndükten sonra doğrudan SBF AYH kürsüsüne başvurdum. Benimle birlikte başvuranların sayısı otuzu aşıyordu. Önce dil sınavına girdik. Sınavdan sonra Bahri Hoca, Mümtaz Soysal hapiste olduğu sürece bilim sınavını yapmayacağını, resmen seçilmiş bir jüri olsa bile, kürsünün tüm elemanlarının görüşü alınmadan asistan belirlemenin kürsü geleneğine aykırı olduğunu, ama sınava katılma hakkımızın saklı tutulacağını, bu nedenle adreslerimizi ve telefon numaralarımızı sekretere bırakmamızı istedi. Gerçekten de bir yıl kadar sonra yeniden sınava çağrıldığımda, Mümtaz Hoca, hapisten yeni çıkmış kısa saçlarıyla sınavı dinleyici olarak izliyordu. Böylece kürsüdeki ilk ciddi eğitimimi giriş sınavı sırasında aldığımı söyleyebilirim.”
İşte böyle bir terbiye, gelenek ve kuşkusuz takip eden vefa duygusundan söz ediyorum. Soysal bu geleneğin en güçlü halkalarındandı.
Bu denli önemli tarihsel kişilikler, uzun ömürlerinde hep çok beğenilen işler yapmazlar. Ayrıca ‘beğenmek’ ya da ‘beğenmemek’ yaşama baktığınız yere göre değişen, ideoloji yüklü sözcükler. Mümtaz Soysal gibi bir insanı mütemadiyen övmeye çalışmak ise, ona yapılabilecek en büyük haksızlık olur.
Kıbrıs meselesine soldan bakan bir Türkiyeli ya da KKTC’li için milliyetçi sıfatıyla tanımlanabilecek Mümtaz Soysal ile Marksizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yıllarca hapis cezasına çarptırılan Mümtaz Soysal aynı insan.
Yazının başlığındaki hitapları, çeşitli ağızlardan otuz yıl boyunca işittim.
Biri için Mümtaz, diğeri için Mümtaz Bey, beriki için Mümtaz abi. Bizim, Mümtaz Hocamız. Düşüncelerine katılan ve katılmayan, ona abi diyen, bey diyen, Mümtaz diyen ve hoca diyen herkesin ortak tavrının ‘saygı’ olduğuna tanıklık ettim. Sanırım en zor olan bu ve Hoca, yaşamıyla bunu başardı.
Değerli okur,
Mümtaz Soysal, yaşamın farklı anlarında olabildiğince tutarlı kalmaya, ilkelerinden ödün vermemeye çalışmış biri. Pek çoğumuz gibi. Ne haklı kızgınlık uyandıran tek bir yazıdan ne beğenilmeyen bir konuşmadan ne de benimsenmeyen bir siyasal tepkiden ibaret. Ve takdir edersiniz ki, Cumhuriyet’in en idealist, ülkenin geldiği yerde büyük hayal kırıklıkları yaşayan kuşağının bir mensubu. Anayasacılık alanına eşsiz katkılarda bulunmuş çok zeki bir akademisyen ve içinde büyümekten onur duyduğum kürsü geleneğinin yaratıcılarından biri, belki de en önemlisiydi.
13 Kasım 2019 Çarşamba günü, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda, Sevgi Soysal’ın yanına defnedildi.
Uzun yaşamı boyunca, Türkiye gibi bir ülkede sürekli üreterek, düşüncelerini paylaşmayanların da saygınlığını kazanabilmiş Mümtaz Hoca’ya,
Saygıyla…