Emperyalizmin İki Ana Hedefi: Ulus ve TSK
‘’Orduyu kendinin zanneden, kendi kendini aldatır. Ordu kimsenin değildir. O kendi kanunları içinde yaşar.’’ -İsmet İnönü
Ergenekon-Balyoz ve 28 Şubat kumpas davalarıyla Kemalist subayların tasfiyesi, İç Hizmet Kanununda ‘’askeri darbelere yasal dayanağı’’ engellemek amacıyla yapılan değişiklikler, adına ‘’çözüm’’ denilen ‘’İhanet Süreci’’ ve 15 Temmuz Fethullahçı Terör Örgütü Darbe Girişimi sonucu orduya itibar suikastı… Türk Silahlı Kuvvetleri, bulunduğu tarihsel süreç içerisinde başta Laik Cumhuriyet olmak üzere ulusal birlik ve üniter devletin koruyucusu konumunda olmuştur. Kurucu değerleri çiğneyen, Anayasal meşruluğunu kaybeden iktidarlara; olağanüstü koşullarda ve siyasi çözümün yetersiz kaldığı vakitlerde müdahale ederek bu tarihsel misyonunu devam ettirmiştir. Bu şekilde devam etmesinin en temel sağlayıcısı ise ‘’mektepli geleneği’’dir ve ortak dinamik idealdir.
Bugünlerde ise ne var birlikte bakalım. Terfi yetkisini TSK’dan alıp Millî Savunma Bakanlığına veya İçişleri Bakanlığına bırakan bir düzen var. Vahdettin’in ‘’hain’’ sıfatını yineleyen Yüzbaşına ceza verenler, Atatürkçü teğmenlere kumpas kuran tarikatçılar var.
15 Temmuz sonrasında Fethullahçı Terör Örgütü bahanesiyle kapatılan ‘‘mektepler’’ sonucu alaylılar güçlenmiş, şimdi ise bir sonraki adıma geçilmiştir. Gerçekten, terfinin siyasileşmesi büyük bir hatadır. Alaylı-Mektepli tartışmasının sonucu olan Balkan Bozgunu’nu ne çabuk unuttuk! 1908 Mektepli Zaferini ve buna karşılık 31 Mart Gerici Ayaklanmasını ne çabuk geride bıraktık? Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, TSK’yı yani Mekteplileri tasfiye etmek için yalnızca son 20 senedir değil bir yüzyıldan fazladır uğraşmaktadır.
Devletin her kademesinde ve siyasetin her sahnesinde örgütlenmeye/hakimiyet kurmaya çalışan tarikatçılar hala TSK’da üstünlük kurmaya çalışmaktadırlar. Buna karşın; çağdışılık, çağdaşlığı ezmeye çalışsa da TSK mensupları arasında hala mevcut olan Laiklik hassasiyeti gözlere çarpmaktadır. İster cemaatçi subay ister anti-laik subay… Her türlüsüne karşı direnecek bir TSK vardır.
Ne Özerklik Ne De…
TSK’nın özerk yapısı değiştirilmeye çalışılmış, 2013’te vazife tanımı “Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” dan ‘’Yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır’’ a evrilmiştir.
Yetki alanının bu şekilde değiştirilmesi şu soruyu doğurmaktadır: Yozlaşan bir çoğunluğun kuracağı sayısal üstünlük, yargı ve yasamayı ele geçiren bir yürütme, mecliste emperyalist kararlar aldırabilir, peki TSK buna göz mü yumacaktır? TSK, Anayasa ile tayin edilmemiş olan bir Türkiye Cumhuriyeti’ni mi kollayacak ve koruyacaktır? Diğer taraftan Türkiye’de dıştan daha tehlikeli bir iç tehdit yok mudur? İrtica; basın-yayın, eğitim, dernekler üzerinden örgütlenip dindar ve kindar nesil yetiştirip bu ülkede hain bir darbe planlamamış mıdır? Gençleri intihara sürüklememiş midir? Türk gençliğini uyuşturmayı planlamamış/planlamamakta mıdır?
Kumpas davalarına, itibar suikastlarına ve diğer her türlü kötülüğe karşı TSK öz yapısını kaybetmemiş, kaybetmeyecektir. Ayrıca bütün bunlara rağmen Türk gençliğinin TSK’ya olan sempatisi gün geçtikçe artmaktadır. Yetişen genç kadrolar, kumpaslardan evvel okula girip yükselenler önümüzdeki yıllarda TSK’yı 2007 öncesi geleneğine geri getirebilir.
Peki Bu Yerli İşbirlikçileri Nerededir?
Üniversitelerdedir, basındadır, sivil-toplum kuruluşlarındadır. Bazıları ‘’dininde-imanında’’ gözükür, bazıları ise bir ‘’devrimci’’. Bazen bir Atatürkçü, bazen bir liberal bazen de bir sosyalist olarak görülebilirler. Kılık değiştirir, masumca bile örgütlenirler. Örneğin üniversitelerde bazıları tarikat ve cemaatlerin, bazıları ise terör örgütlerinin güdümündeki topluluklar üzerinden örgütlenirler. Bunların gözleri o kadar dönmüştür ki Filistin’de yapılan zulümden bile beslenirler. Bazen de ‘’halkların kardeşliği’’ ve ‘’eşitlik’’ adı altında kendilerini masum göstererek bölücülüğü işlemeye çalışırlar. Mülteci kılığında mürteciler ilköğretimden üniversiteye, iş hayatından siyasete her yerdedir. Mülteci kılığındaki mürtecilerin; genellikle Arap ve Afrika coğrafyasından geliyor olması, gelen bu öğrencilerin çoğunlukla sınavsız olmak üzere üniversitelerimize kolaylıkla yerleşebiliyor olması, devlet burslarından faydalanabiliyor olmaları ise bir tesadüf müdür? Bütün bunları ele aldığımızda; Türk gencinin milli değerlerinden, milli büyüklerinden ve milli bütünlüğünün bilincinden ayrılmaması gerektiğini bir kez daha vurgulamalıyız!
SONUÇ
Türkiye’nin kurtuluşu askeri bir darbeden değil, Milliyetçi-Halkçı bir örgütlenmeden geçmektedir. İlericiler; üniversite topluluklarıyla, STK’larla ve yayınlarla mücadele vermelidir. Gereken koşullarda da hayati ilkeleri gözeterek, adeta bir Müdafaa-i Hukuk gibi birleşmelidirler.
(DaimaKadrosu, Temmuz 2024, Sayı 3)