Laik Cumhuriyetine Veda Et Türk Gençliği
Vatanımız uzunca bir süredir dinci sermaye diktatörlüğünün istibdadı altındadır. Sermaye sınıfı, halkımızı yalnızca cebinden zehirlemiyor, ‘‘ileri karakolları’’ olan sağcı-dinci partiler yoluyla aklından da zehirliyor. Yurttaşlarımızın manevi duygularını sömürüyor ve bu manevi duyguları siyasi propagandalarına alet ediyor. Din, sermaye diktatörlüğünce halka fakirliği ve miskinliği meşrulaştırma aracıdır. Bununla birlikte onlara göre din, ‘’Mütevazı olmak, erdemli olmaktır’’ propagandası yaparak halkımızı yoksulluğa alıştırma sanatıdır.
Yıllarca süregelen bu istibdat, esasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in bilhassa devletçilik ve laiklik prensiplerine karşıtlıktan beslenmektedir. Siyasi tarihimizin uzun bir bölümünde iktidar olmuş sağ partiler; ulusal ekonomiye (devletçilik) karşı liberalizmi, laikliğe karşı ise sekülerizmi ve teokrasiyi benimsemişlerdir. Yapılan özelleştirmeler, rant peşinde koşmalar, zengini daha zengin etme ideallerinin yanı sıra tarikatların ve cemaatlerin 677 Sayılı Devrim Kanunu’na rağmen ‘’hükümetlerce’’ yolunun açılması siyasi tarihimizin kara lekeleridir.
Emperyalizmin yerli iş birlikçisi olan bu sermaye sınıfı; Türk’ün yurdunda Türklüğe ve Kemalizm’e düşmanlık edecek topluluklara, derneklere, gazetelere fon sağlıyor ve buna karşı duranları da hedef haline getiriyor. Türk gençliği bu çürüyüşü görmeli. Laik ve ‘’kendi kendine yetebilen’’ devletin, emperyalist güçlere karşı ne kadar güçlü bir bağımsızlık silahı olduğunu anlamalıdır. Laiklik, yalnızca sosyal hayatın değil aynı zamanda siyasi kurumların da vazgeçilmezi olmalıdır.
Nasıl ve Ne Amaçla Geldi?
Dini, hukuk ve siyasetten ayırmayı hedefleyen Kemalistler, laiklik ilkesini yalnızca dinin devlet işlerine karışmaması olarak görmezler. Batılı anlayışın da ilerisinde, devletin, din alanını ‘’denetlemesi’’ gerektiğini savunurlar. İmparatorluğun son yıllarında halk arasında gittikçe hakimiyet kuran şeyhler ve dervişler, dini her şeye alet etmekle birlikte din kavramını bir türlü sömürü aracı olarak kullanmaktaydılar. Bunun farkında olan Mustafa Kemal, halkın sözde din adamlarının kirli çıkarlarına maşa olmaması adına Şeriye ve Evkaf Vekâletinin yerine Diyanet İşleri Başkanlığını kurdurttu.
Yeni kurulan Türk Devleti, Osmanlı’nın teokratik düzenini ortadan kaldırarak yerine laik düzeni bu sayede benimsemişti. Böylece, din artık farklı camilerde farklı çıkarlar doğrultusunda verilen farklı fetvalarla değil, kendi öz kurallarıyla ‘‘bir’’ var olacaktı. Yüce Türk ulusunun Müslüman yurttaşları; İslam dininin ibadet ve ahlak esaslarını, lâiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmesi öngörülen Diyanet İşleri Başkanlığı sayesinde öğrenecekti (madde 136).
Diyanet’in varlığı, Türk laikliğinin Batı laikliğinden daha mutlak uygulandığını göstermektedir. Çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir devlet, “siyasi” yapıda olan bu dine karşı geçmişte yaşadıklarından yola çıkarak önlem almalıdır ve almıştır. Diyanet’in kuruluşu, devrimin evrim yoluyla yerleşmesine örnektir.
Özetle, laiklik ilkesi ülkemizde İslam’ı zehirli emellerine alet etmeye çalışanlara karşı bir panzehir olarak doğmuştur. Bu saydığımız sebeplerce de Batı’da uygulandığı şekilde “hafif” olmamalıdır. Özellikle ümmetten millet olmuş, tarikatlar tarafından tüm kademeleri ele geçirilmiş bir toplumda...
Neden Bu Kadar Israrcıyız?
Aslında Türkiye, 1950’lerden bu yana gelen gerici iktidarlar ile laik cumhuriyetine veda edeli çok oldu. Tıpkı diğer kurucu unsurlar gibi Türk laikliğinin amacı ve önemi ya anlaşılmadı ya da gerici emeller için fiilen rafa kaldırıldı.
Bugün Türk gençliğinin elinde milli iradesi ve kurucu değerleri dışında hiçbir şey kalmadı. Mecliste onu ve düşüncelerini savunacak bir siyasi parti ya da bir siyasi irade artık mevcut değildir. Sermaye diktatörlüğünü tasfiye edecek bir partiden ziyade görevi devralmaya uğraşan ‘’kukla’’ partiler vardır. Muhalefetin dillendirdiği salt AKP karşıtlığı, düzen karşıtlığından ziyade sermaye sınıfının yeni çocuğu olma hedefidir.
Tam da bu yüzden ‘’gerçek’’ laik anlayış ancak tam bağımsız, anti-emperyalist, ilerici ve devrimci ‘’genç’’ bir yönetimin, 1923’ün ve Kemalizm’in ruhuyla, yeniden inşa edeceği bir Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleşecektir.
Belirttiğimiz tüm bu sebepler neticesinde ısrarcıyız çünkü yobazlara karşı Türk’ün aydınlığından yanayız. Israrcıyız çünkü küresel güçlerin ülkemizdeki bölücü kuvvetlerine karşı üniter Türkiye Cumhuriyeti’ni savunuyoruz.
Tehlikeyi Eğitimde Görmek ve ‘Milli’ Eğitim Rahatsızlığına Karşı Ne Yapmalı?
Son zamanlarda hız kazanan müfredat tartışmalarını ve eğitimde yenilikleri (!) üzülerek izliyoruz. Türk milleti, uygar bir toplumdan ziyade ilkel bir topluma ve düzene evrilmesini isteyen emperyalist güçlere karşı geçmişte direniş göstermiştir. Bugün de kültür emperyalizmine karşı laikliğin timsali olan “milli eğitim” ile geçmişte olduğu gibi direnmelidir. Başta da belirttiğimiz gibi eğitim kavramı, medeniyetin çeşitli manzaralarından olan bir milli kültürü edinmelidir. Bilimsellikten uzaklaştıkça akıldan, mantıktan ve dünyadan uzaklaşıyoruz.
Batı, Doğu’ya kendi orta çağını yaşatmak ister. Aydınlanmasını istemez. İran, Irak ve Suriye bu hedefin esiri olmuşlardır. Emperyalistler, gerici (dinci) grupları ve yönetimleri destekler. Yerli işbirlikçileri ise din ve mezhep siyasetini kullanarak bu amaca destek verirler. Mülteci ve göçmen krizini kullanarak (yaratarak?) milletten ümmete gerilemeyi destekleyen bu grup, ayrılıkçı partilerin ve grupların önünü açmaktadır. İşte Gazi’nin kırmızı çizgilerinden olan milli eğitim, tüm bu amaçlara karşın bir olabilmeyi, birlik olabilmeyi amaçlarken laik eğitim ise aklın ışığı altında bağımsız ve ilerici olabilmeyi amaçlar.
Kendi içinde tutarsızlıklar barındıran Maarif Modeli ise değinmemiz gereken başka bir konudur. 3. Sayımızda Vaveyla, bu duruma şöyle değinmektedir: ‘’Din derslerinin anahtar kelimelerinde birçok Arapça sözcük bulunması, her Türk çocuğunun Kur’an-ı Kerim bilmesi gerektiği savunulurken çocukların din gibi soyut kavramları ancak 12 yaşından sonra tamamen idrak edebildiklerinin gözardı edilmesi, eklenen Kur’an eğitimi ve günlük konuşma diline yerleşmesi istenen diğer dini ifadelerin bulunması ile laiklik ilkesine ters düşüldüğü açıkça görülmektedir.’’
Avrupa’nın Orta Çağda başına bela olan kilise, yakın çağda Türkiye’de tarikatlara dönüşmüştür. Örgütlenen tarikatların Türk gençlerinin aklına sızma çabası, karşı devrimci partilerle siyasete yön vermeye çalışması, Atatürk’e hakareti teşvik ve Anayasal düzeni bozmaya yönelik faaliyetlerde bulunmaları bunlara örnektir.
Eğitim, gerici zihniyetin diktasından kurtarılmalı. Dinci vakıfların etkisi altında kalan MEB, İmam-Hatip okullarına tekrardan mesleki okul niteliği kazandırmalı ve bu okullara dudak uçurtucu rakamlarla destek olmamalı. Kıyafet serbestisi, ‘’Maarif Modeli’’ ve Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi kararlarda laik eğitimi zedeleyecek adımlardan kaçınılmalı. Topraklarımızın zorunluluğu olan laik devleti benimseyecek bireyler yetiştirilmeli. Aksi takdirde hedeflenen ‘’dindar nesiller’’, Türkiye Cumhuriyeti’ne 15 Temmuz’da olduğu gibi ayaklanabilir. Diğer yandan dinselleştirilen eğitimin yerini laik eğitim almalı. Kemalistler ile dini dogmalara karşı benimsenen milli ekonomi ve milli eğitim, geçmişte ülkemizin kalkınmasında en önemli rolleri oynamıştır. Bugün de en önemli rolleri oynayacak iki unsurdur.
Din sömürücülerinin açtıkları medreseler; bilim yuvalarına rakip bile olamayanların barındığı yerlerdir! Sonuç olarak, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında düzene girmiş ancak sonrasında tekrardan kontrolden çıkmış eğitim problemi çözülmelidir. Yıllar süren istibdat sonrası, uygarlık tekrardan yakalanacak ve Batı’ya örnek olunacaktır!
“Gençler! Cesaretinizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye (eğitim) ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.’’ (Atatürk, 1924)
(DaimaKadrosu, Ağustos 2024, Sayı 4)