Çözüm ‘Sadece’ İktidarın Değişmesinde Mi?
Bu soruyu iktidarın hukuk dışı ve baskıcı tutumunun “tabir-i caizse” böylesine arttığı bir atmosfer içerisinde sormak, yurttaşın en temel haklarından başka bir şey değildir. Bu ne bir laf cambazlığıdır ne de bir laf ebeliği.
Bu soruya özellikle bir iktidar değişimi sonrasında cevap verilebileceği savunulabilir. Buna karşın, son yerel seçimden birinci parti olarak çıkan Cumhuriyet Halk Partisi gerek söylemleriyle gerek olaylara karşı olan tavırları ile uzunca bir süredir bu sorunun ‘‘olumsuz’’ şekilde cevaplanmasına neden oluyor.
***
O zaman açıkça cevaplayalım: Türkiye’nin sorunları sadece iktidarın değişmesi ile çözüme kavuşturulacak kadar basit değildir. Ortada büyük bir enkaz mevcuttur.
Türkiye’nin sorunları, devletleşmiş mevcut hükümet ve onun yarattığı düzeni ‘‘salt anti-reformlarıyla’’ devralmaya niyetli (?) kukla muhalefetin siyaset sahnesini terk etmesiyle çözülmeye başlar. Dillerinden düşürmedikleri demokrasinin önündeki en büyük iki engel olan bu partiler, halkın refahını ve mutluluğunu sağlama hedefinden ziyade halkın umutlarını ve emeğini (bilinçli ya da bilinçsiz) sömürüyorlar. Devrimci ve aydın bir Türk halkından ziyade miskinliğin ve karanlığın esaretinde biat eden bilinçsiz bir halk istiyorlar.
Nihayetinde görüldüğü üzere bu iki kutup da statükonun hâkim olduğu, mevcut sömürü düzeninin devam ettiği bir sistemi benimsiyor. Aralarındaki kavga ‘‘Sen değil ben!’’ kavgasıdır. Rantı ‘‘Sen değil, ben yapacağım’’ yarışıdır. Bu kadar basit ve nettir.
***
“Küçük insanlar kişileri, normal insanlar olayları, büyük insanlar ise fikirleri tartışırlar”
Bu sözü bana öğreten eski bir dostumun aktardığı bir yorum vardı: “…Fakat Türkiye’de artık bir kişi, sistemin tam da kendisi olmuştur”
Bu düzenin yarattığı ‘‘ileri derecede gerici’’ sistemin neye evrimleştiğini biliyoruz.
***
Çürümüş Düzenin Birkaç Belirtisi
Türkiye Cumhuriyeti, çok partili düzenden bu yana karşı-devrimci iktidarlar tarafından yönetilmiştir. Bu fikri beyan etmekte bir zarar görmüyorum ve ekliyorum: Bu karşı-devrimci düzen egemenliğini her alanda pekiştirmiş ve en baskıcı halini yaratmıştır.
Devlete memur mu alınacak? İktidar yanlısı olsun. Türk ordusunda bir subay terfi mi ettirilecek? AKP’li bakanlarca terfi ettirilsin. Hakimler ve Savcılar bağımsızca atansın da yargı bağımsız mı olsun? Gerek yok, sadakat liyakatten önemli efendim… Başbakan ve Bakanlar Kurulu sorunları istişare mi etsin? Yok canım, kaldır gitsin. Tüm yetkiyi bir başkana verelim. Hem karar mekanizması yavaşlıyor öyle.
Veya Kızılay eski başkanının kızı ‘’adam öldürme’’ suçundan tutuksuz yargılansın ve yurt dışı yasağı bile konmadan istediği yere gitmesine izin verilsin fakat ‘’sade’’ yurttaş bir sokak röportajından direkt tutuklu yargılansın. Somali Cumhurbaşkanın oğlu Türk yurttaşını öldürsün ve hayatının fiyatı 27.300 TL olsun…
Bunlar uydurma iddialar yahut komplo teorileri değildir. Bunlar, Türk milletinin üstüne binmiş ve onu sömüren çürümüş düzenin sadece birkaç göstergesidir.
***
Ana Muhalefet Nerede ve Ne Yapıyor?
Türk halkı, tutucu güçlerin istibdatı yüzünden fahiş fiyatların, enflasyonun, gelir adaletsizliğinin altında ezilirken; nabza göre şerbet veren ‘’omurgasız’’ bir dış politikanın ve ‘Türksüzleştirme’ misyonlu bir iç politikanın sonucu egemenliğinin teminatı olan tam bağımsızlığının tehlikeye atılmasının bedelini öderken bu muhalefet nerede ve ne yapıyor? Türk halkı, PKK ve Fethullahçı teröründen bıkmış iken yeni yeni sağ ve sol terörlere ses çıkarmayanlara karşı bu muhalefet nerede ve ne yapıyor? Sonuç olarak çürümüş bir baskıcı-karşı devrimci düzen karşısında çürümeye ve sessizliğine gömülmeye yüz tutmuş Türk halkının muhalefeti nerede ve ne yapıyor?
Muhalefetimiz elbette susmamaktadır. Bu tarz sorunlara (düzenin getirdiği/getireceği gerici adımlara) meclis kürsülerinden, esnafın yanından veya nadir de olsa sokaktan ‘‘bir nebze’’ ses olabilmektedir. Fakat bu ne kadar gerçekçi ve ne kadar etkilidir?
Türk ulusunu ileriye taşıyacak sistemler rafa kaldırılmış, AKP’nin totaliter düzeni ile karşı devrim en güçlü halini almıştır. Bu düzeni tamamen tasfiye etmek iddiasında ve çabasında olmayanlar ne ulusumuzu anlayabilir ne de yıkılmaya yüz tutmuş bir düzeni daha fazla yaşatabilir. Bu nedenle Türk ulusunu insanca yaşatacak, sömürüye karşı duracak bir düzen gereklidir. Plancı, kamucu ve sosyal adaleti gerçekten tahsis edecek; kurucu ideolojimiz Kemalizm’in devrimci mirasını yaşatacak ve gerici düzene dur diyecek bir düzen.
Sözde değişim havasının sarhoşluğunda olan ana muhalefet, Türk halkının somut problemlerinden uzak, ‘‘sosyal demokratça’’ birkaç reform ile ‘‘her şeyin çok güzel olacağı’’ kanısında mutabık gibi görünüyor. Her seçimde ‘‘bu son seçim’’ palavralarıyla, son genel seçimlerde ‘‘aday doğruydu, halk yanlıştı’’ saçmalıklarıyla ve hepsinden de fenası son çareymiş gibi AKP’li partilerle ‘‘menfaat’’ çerçevesinde aynı masaya oturma düşüncesi ile adeta aklını tehlikeye atmış bir muhalefet ‘‘değişti’’ olarak gösterilmeye çalışılıyor. Açıkçası 10 Aralıkçı zihniyetin hakimiyetinin devam ettiği, sermaye diktatörlüğünün siyasi ayağı ile ‘’yumuşama’’, terörün siyasi ayağı ile ‘’uzlaşma’’ hayallerine kapılan, kuruluş çizgisine yabancılaşan ve daha birçok bilinçli ya da bilinçsiz hataya düşen bir ana muhalefet, bir arpa boyu kadar yol dahi alamamış gibi görünüyor.
Çözüm Nedir ve Ana Muhalefet Ne Yapmalıdır?
Ana muhalefetimiz gerçekten değiştiğini ve parti içerisinde bir ‘’devrim’’ yaşandığını kanıtlamak istiyorsa, bunu yalnızca karşı-devrimin en büyük mirasçısı AKP’ye karşı yerelde elde ettiği gibi genel seçimlerde de kuru (siyasi) bir zafer elde ederek yapamaz. Düzenin bıraktığı enkazı hızlı bir kalkınma planı ile düzeltmeli ve parlamento yoluyla bunu yapabileceği için (girmesinde payının da olduğu) karşı devrimci partileri meclisimizden tasfiye etmelidir. Eğitimde, sağlıkta, mecliste kısacası her yerde bu gerici düzenin ve yardakçılarının izini silmelidir. Buna ek yumuşama vaadiyle, emperyalizm güdümünde sunulacak bir Anayasa taslağına kesinlikle karşı çıkmalıdır
Yani, başlıktaki sorumuza dönersek: İktidara karşı en üst mecra olan ana muhalefetin amacı yalnızca iktidarı göndermek değil; bıraktığı siyasi, sosyal, ekonomik enkazı temizlemek ve halihazırda bulunan sömürü düzenine son vermektir. Bunu ise ‘‘sosyal demokrat’’ zihniyetle değil, ‘’devrimci’’ bir yapıyla (tıpkı CHP’nin tabiatında oluğu gibi) yapmalıdır. Dolayısıyla CHP, İnönü’den beri devam ettirdiği idare-i maslahatçı geleneğe son verip, özüne yani Kemalizm’in devrimci geleneğine dönmelidir.
Ana muhalefet, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı ciddi bir savaşım vermelidir. Özellikle Atatürk döneminden sonra, kar güdüsüne dayalı özel teşebbüsten yana bir devletçilik anlayışı, emek-sermaye çelişkisini daima gündeme getirip durmuştur. Vergi vermeyen, gelir adaletsizliği yaratan ve işçilerin artı-değerine el koyan patronların ‘’milli’’ olduklarını söylemek de pek güçtür.
Bütün bu çelişkiye karşılık ilk defa 1961 Anayasasıyla kabul edilen ve 1982’de de aynı şekilde korunan ‘’…sosyal bir hukuk devletidir’’ (Anayasa m.2) ibaresi süs olsun diye yerleştirilmemiştir. Devletin sosyal adaleti sağlamakla sorumlu olduğu bu madde gereğince ‘’emekten yana’’ ve ‘’emeği öncelik bilecek’’ bir devletçilik, Türkiye’nin vazgeçilmez çaresidir.
Bizce milli olmak, Türk halkının emeğinden yana olmak ve yabancı dolayısıyla dinci güdümlü sermaye diktatörlüğünün karşısında olmaktır. Kısacası ana muhalefet, yalnızca anti-AKP tutumuyla siyasi bir zaferin peşinde değil, uzun yıllardır hakimiyetini kurmuş olan eşraf-komprador ekonomisine ve tutucu güçlerin diktasına karşı bir zaferin peşinde olmalıdır. Tabii gerçekten iktidar olmak istiyorlarsa…
Elbette ana muhalefetten bunları bir gecede yapmasını bekleyemeyiz ancak siyasetin bir rant yarışı olarak değil, kalkınma yarışı olarak yaşamasını istiyoruz.