Sermaye Demokrasisi
“Demokrasi, her şeyden önce, insan haysiyetine dayanan ve insanı üstün değer sayan bir rejimdir. Açlığa, işsizliğe, evsizliğe çare bulamayan bir rejimin, ne kadar üzerinde titrersek titreyelim, demokrasi olmaktan çıkması ve bir gün çökmesi tabiidir. Türk demokrasisinin yaşatılması, açlığı, işsizliği ve evsizliği ortadan kaldıracak yüksek bir istihsal seviyesine götüren yolları bulmakla mümkün olabilir.”
Yukarıda, Yön gazetesinin ilk sayısında yayımlanan “Aydınların Ortak Bildirisi”nden alıntılanan bu parçada Türk demokrasisinin bugün geldiği nokta 1961 yılında öngörülmüştür.
İnsanı üstün değer olarak gören bir rejimde, insanı değersizleştiren tutucu güçlere yer yoktur. Açlığa, eşitsizliğe, baskıya karşı durması gereken bir rejimde açlığı, eşitsizliği ve baskıyı yaratanlara yer yoktur. Dolayısıyla biz Kemalistlerin inşa ettiği ve anladığı demokrasi, tabiatı gereği devrimci olmak zorundadır. Ancak parlamentarizm gibi “kapitalizmin siyasi ve idari kılıfı” bir sistem tutucu güçleri iktidar koltuğunda yaşatmış, bugünün hegemonyasına temel oluşturmuş ve demokrasi resmen çökmüştür.
Sanılanın aksine 1945, demokrasinin teslimiyetinden başka bir şey değildir. Türkiye’de sandık demokrasisi hala anti-demokratları ve karşı devrimcileri iktidar yaptığı için demokrasi kavramından uzaktır. Kısacası sandıktan çıkan gericilik ise orada ilericilikten, devrimcilikten ve tutucu ittifakın gücünün kırması beklenen demokrasiden söz edilemez.
“bugüne…”
Halk düşmanlarınca dejenere edilen Türk demokrasisi, içi boş-dışı hoş kör-topal geldiği son aşamada mevcut iktidar tarafından rafa kaldırılmıştır. Tekrarlamakta fayda olacaktır: AKP başlangıç değil, bir sonuçtur.
Karşı-devrimin mirasçısı AKP ve komprador burjuvazinin tabii ittifakı, feodal kalıntıları sürdürüyor, besliyor ve bununla beraber ülkemizi vahşi bir yok oluşa doğru götürüyor. Biçimden öteye gidemeyen, Tanzimat Batıcılığıyla süslenen çok partili düzenden bu yana süregelen iktisadi buhranın sonucunda Türkiye’de sosyal buhran da -son olaylarda da gözlemlediğimiz gibi- vahşi bir seviyeye erişmiştir.
Devrimci tavırdan, ilerici havadan yoksun bir demokrasi ölüme mahkumdur. Türk demokrasisi, en güçlü olduğu Tek Parti döneminden sonra Çok Partili düzenle beraber topallamıştır. Bu “Ağa demokrasisi” ise kendi sonunu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi hegemonyayı tek bir partide toplayan, uydu partileri barındıran bir sisteme evirmiştir.
“yarım bırakılmış…”
Özellikle eğitim ve kanunlar açısından göze çarpan Türk Devrimi, iktisadi açıdan devletçiliğin de rafa kaldırılmasıyla 1945’ten sonra “yarım bırakılmış” bir devrimdir. Sürekli devrimcilikten, yüzeysel reformculuğa geçişin sonucunda Kemalist Devrim “yarım kalmamış”, açıkça “yarım bırakılmıştır”.
Şahsımca ve Daima yazarları olarak bizler, Türk halkının altında ezildiği bu neo-liberal politikaların terk edilmesini, yerine emeği ve emek sahibini “insanca” yaşatacak olan bir Türk devletçiliğinin inşa edilmesini savunuyoruz. Bu şekilde tüm ulusun, ulus düşmanlarından kurtulacağı bir düzeni istiyoruz. Elbette Türkiye’de yalnızca iktisadi bir devrimin her şeyi değiştirmeyeceğini biliyor ve mekanist materyalist bir anlayışla yaklaşmıyoruz.
Sağ iktidarların “demos”u tutucu güçler koalisyonunun tasfiyesi gerekmektedir. Türk işçisinin ve köylüsünün sırtından zenginliğine zenginlik katan ve Türkiye’yi, Dünya’daki sermaye diktatörlüğüne “bağımlı” kılan bu gayr-i milli koalisyon tasfiye edilmedikçe Türk demokrasisi yaşayamaz, yaşatılamaz. Zira bu koalisyon Türk halkını yalnızca ekonomik adaletsizliklere boğmakla kalmıyor; sosyal hayatta eşitsizliklere, umutsuzluklara ve ulusal çürümeye neden oluyor.
“çare batı(l) mı?”
Türk demokrasisi, Batı uydusu irticanın istibdadından kurtulduğunda tekrardan kurulacaktır. Bu karanlık gidişatta ise aydınlık, şüphesiz “Batıcılık Gericiliktir” diyebilenlerle gelecektir. Halkın iktidarı ve refahı “uluslaşma”dadır yani “çağdaşlaşma”da. Bu da Batı’ya karşı vereceğimiz toplumsal bir devrim gerektirmektedir.
Batıcılık üzerine kurulu bir uluslaşma ya da çağdaşlaşma çağrısı sömürgeleşmekten ileri gidemez. Niyazi Berkes’e göre “(Tanzimat Batıcılığı)… yabancı devletlere karşı mali bağımlılığa düşen, yapısında modern uygarlığa uyacak toprak, endüstri, vergi, eğitim reformları yapmamış ya da yaptığı kadarını uygulamamış olan bir ülkede demokrasinin gerçekleşmeyeceğini, ondan gericilik ve istibdat doğacağını ilk kez olarak tam anlamıyla göstermiştir.” Esas göz önünde bulundurulması gereken, Berkes’in de belirttiği gibi toplumsal devrimler olmadan uygarlaşabilmek mümkün değildir.
Dolayısıyla çağdaş uygarlığa erişmekten “uluslaşmak” parolasını anlamalıyız. Ancak Gazi’den sonra gelen tüm politikacılar bu arayışı “Batı’ya şirin gözükmek”te buldu. Anti-emperyalist, ilerici ve bağımsızlıkçı bir Türk milliyetçiliğinden ziyade aşağılık kompleksleriyle dolu bir batıperverlik…
Kısacası çağdaşlaşmak, Batının kanunlarını ve nizamını “bize uyumsuz olsa da” almakta değildir. Türk ulusu şüphesiz devrimci ve ilerici bir yasama-yürütme ve yargının varlığı ile yönetilmelidir. Bunu da uygarlıktan, “kendine göre” bulmalıdır.
Aynı şekilde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de “Batıcılık”dan anladığı ulusal bağımsızlık, egemenliğin halkın kalkınmasına yarayacak yönde olması ve bu yolda da devrimci yöntemlere başvurmasından başka bir şey değildir.
‘adım adım…’
Öncelikle, radikal bir toplumsal ve iktisadi devrimin temelini atacak bir siyasi devrim gerekmektedir. CHP, Türk gençliğinin ve Kemalist bir kadro hareketinin önünü, yapabileceği bir siyasi devrim ile açabilir. Liyakat ve ideolojik kırmızı çizgilerin esasına dayalı bir “Devrimci Komisyon” gerekmektedir.
Ana muhalefetimiz artık kendini “muhalefet” olarak görmemektedir. Haklı sayılmadığı gibi aslında haksız da sayılmaz. Zira CHP, AKP iktidarından bu yana en güçlü olduğu döneme girmiş bulunmaktadır. Bu fırsatı da, tıpkı diğer önceki fırsatlar gibi kaçırmamalı, doğru kişilerle doğru adımlar atmalıdır.
CHP’nin bu güce erişmesi elbette kendi marifeti olarak algılanmamalıdır. AKP’nin siyasi tutarsızlıkları, emekçiyi ezen ve onu tefeciye yem eden ekonomi-politiği artık sonunu hazırlamıştır. Dolayısıyla burada CHP, AKP’nin yerini dolduracak bir parti değil; yıllardır yalanlarla yaşatılmaya çalışlan köhne düzeni yıkan “devrimci bir parti” olmalıdır.
Sosyal çürüme yalnızca iktisadi çürümenin sonucu şeklinde değerlendirilemez. Zira AKP, Türkiye’yi yalnızca ekonomik olarak değil eğitim açısından hukuk açısından da zehirledi. Tüm bunların nedenini aslında AKP hükümeti ve ona zemin hazırlayanlarda aramak lazımdır. Aynı zamanda buna gerekli tepkiyi koymamış sahte aydınlarda…
Tüm yetkilerin tek bir kişiye verilmesi sonucu devlet mekanizması çürüdü. Bunların sonucu oluşan çerçevede gücüne güç katan tutucu güçler diktası halkı daha rahat sömürdü ve sömürmeye devam ediyor.
Bu halk düşmanı, emperyalizm dostu koalisyonun, sağdaki ve “soldaki” tüm piyonlarına karşı milliyetçi-devrimciler birleşmeli ve bir kurtuluş savaşı vermelidir. Tıpkı bir asır önce emperyalistlere ve yerli işbirliklerine karşı verdiğimiz çağdaşlaşma savaşı gibi…
Kaynakça
-Tanör, B., Anayasal Gelişme Tezleri
-N. Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu