İrticanın Evrimi

Daima Konu Görseli

Değerli dostum, şefim, Ömer Türkmen’e

İrtica, sadece kitleleri ve görüşleri din kisvesi altında birleştirip kılıç gibi savurmakla sınırlı değildir. İrticanın istekleri, günü kurtarma şeklinde olmayıp uzun bir sürece yayılmış şekildedir. Uzun sürece yaymaktan kasıt; eğitimi ve yargıyı kendi ellerinde tutarak kendi fikir yapılarına uygun adam yetiştirme kafasında olmalarıdır.

İrtica, yeninin gelmesini sağlamak gerektiğini savunanlara karşı bir akım olarak doğmuştur. Osmanlı’nın ilkel kalmışlığını görerek bir şeyin yapılmasına karar verenlerin ardından irtica gelmiştir. İkinci Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra "Şeriat isterük!" naralarıyla ayaklanan Derviş Vahdetiler ile ‘’vesayet altındayız, kendimizi savunuyoruz’’ diyerek devlet geleneğimizi sarsmaya çalışan FETÖ’cüler aynı soydan, aynı kanları paylaşırlar.

Hesapları, dıştan güdümlü bir din devleti ile, oluşturacakları kraldan çok kralcı grubunu devlete yerleştirmektir. Liberal görünümlü dogmatik bir eğitim sistemi ile de ‘vatanın kutsal kalelerini’ kendi hegemonyası altına almaktır.

Bilhassa, eğitim sistemini hegemonya altına almak irticanın baş hedeflerinden birisidir. Medrese aklıyla kitleleri bir tutmak, onların kuracağı iktidarı güçlendirme amacı taşır. Eğitime vurulan ilk darbelerden birine örnek olarak, Köy Enstitülerinin kapatılması gösterilebilir. Enstitülerin açıldığı 40’lı yıllarda nüfusun önemli bir bölümü köylerdeydi ve Kemalist iktidar, köylerden bir hareket olmaksızın gelişmenin imkanı olmayacağına inanıyordu. Köylerin içinde olduğu kötü durumu fark ederek ‘halka rağmen halk için’ ilkesiyle harekete geçti. Köylü cahil olabilirdi ama düzeltmek onların elindeydi. Başarılı da olundu, Köy Enstitülerinden çıkan öğrenciler ileride ‘özgün şekilde’ aydın, yazar, sanatçı olarak hayata atıldı.

Tabi, dış politikada gelişen olaylar silsilesi, Köy Enstitülerinin yaşamasına fazla olanak sağlamadı. Gelişen anti-komünizm furyası Türkiye’yi de vurdu ve Köy Enstitülerinin ‘ıslahı’ sağlandı. Dış siyasetteki anti-komünist cenahta daha esaslı bir yer almak istenmesi, içişlerimizi yanlış yöne yönlendirmemize sebep oldu. 1954’te ise düştüğü içi dostu kalmayan Köy Enstitülerine son darbe vuruldu. CHP zamanında kapatılan enstitüler politika gereği olarak düşünülürken, DP zamanında kapatılan enstitüler ise enstitülerin CHP yuvası olduğu gereğiyleydi. Nihayetinde de iki iktidar sürecinde enstitülere yapılan baskılar, kendi konumunu güçlendirme ve çeşitli memleketlere şirin gözükme amacını taşıyordu.

Türkiye’deki sağın başlıca hedefi DP örneğidir. Bunu örnek alarak Özal, kendi iş adamı grubunu yaratıp 10 yıl sonrasına ilham oluyordu. Her sağ iktidar, hükümet olur olmaz kendi iş adamı grubunu, kendi şirketlerini egemen kılmaya girişti. Ama irticanın hedefi tek bir şey üstüne kurulu değildi. İktidarların dini kullanarak kendi kitlelerine yeni kitleler eklemek bir tarih olmuştu. Artık, bunun üstüne yeni şeyler ekleyerek faşist bir anlayışa doğru evrilen ‘ya bizdensin ya da teröristsin’ anlayışı hızla evrilip şekil almaktaydı. Toplumsal huzursuzluk yaratarak, ondan güç alarak yönetme anlayışı irticanın esasıydı.

1966’dan beri ‘mevcut düzenin vesayeti(!)’ nedeniyle devletin muhtelif organlarını uyuşturan FETÖ’cüler, irticanın yukarıda belirttiğimiz geniş hedeflerini uygulamaya koymaya çalıştılar. Eğitimi, yargıyı, basını, orduyu ‘nefret ettikleri vesayetten’ kurtarıncaya kadar ortalıkta krallarına krallarından çok kralcılık yaptılar. En sonunda başarısız darbe girişimi sonucu devletin FETÖ tarafından uyuşturulmuş organlarının verasetini AK Parti iktidarı, onun hükümet ortağı olan MHP ile aldı. Resmen reislerine itaat etmekten başka hiçbir şeyin kıymeti olmadığını düşünen dogmatik şekildeki bu yapı, iktidarın mutlak şekilde devamını sağlamaktadır. İktidarın ikili anlaşma yoluyla anlaştığı tarikatlarla da, koltuk sefasının bitmeyen bir sevda olma yoluna gitmektedir. Bu anlaşmalardan cayılması onlar için mümkün bir şey değildir. İkisi de birbirlerinden güç alır. Karşılıklı çıkar ilişkisi, artık irticanın son safhasıdır, çünkü ortak kişisel çıkarlarla devleti yönetme mekanizması kendini denetlemeyen bir şekil alıp adeta diktatörlüğünü ilan etmektedir.

Tarihten günümüze baktığımızda Türk milletinin tek hamlede devrimci bir düsturla yaptıkları, 25-30 sene sonra 60 yıl zarfında yıkılmaya (yıktırılmaya) çalışılmıştır. Devletin milleti temsil etmeyen kişiler tarafından yönetilmesi, anayasal düzene zarar vereceği gibi, huzursuzluğu, anarşiyi, sürekli şekilde memnun olmama durumunu körükleyecektir. Bu duruma karşı yapılması gereken ise yargıyı anayasamızın güç aldığı milletin müşterek menfaatini her şeyden öne koyup onu bağımsız, hiçbir hizbe bağlı olmayan bir yapı olarak tesis etmektir. Belli bir grubun köpekleşmiş sürüsünün çığırtkanlığını yavan bir anlatımla yapmak yerine, özgün olmayı özümsemeli, kendi görüşümüzü sağlam şekilde sunmalıyız.

Ayrıca dış politikada yaşanan olaylar yekpare şekilde iç politikamızı belirlememeli, ayrı bir düzlemde neden-sonuç ilişkisi kurularak politikalar yürütülmelidir. Tarihimizde, dışarısını içeriye benzetmek amaçlı politikalar, rüzgar tersten esince farklı bir görüşü ‘cebren’ benimsememize sebep vermiştir. Dışı içe benzetmemeyi sağlamak için de eğitimi yüksek, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmış, irticayı demir pençesiyle boğacak gençler gerekiyor…