21. Yüzyılda Tam Bağımsızlık ve İklim Krizi
Kemalizm, Ulu Önder Atatürk’ün vefatından beri Türk milletinin en sevdiği tartışma konusu oldu. Kemalizm’in siyasi konumundan temel prensiplerine, 6 Ok’un hem birbirinden bağımsız hem de bir bütün olarak anlamı hakkında, özellikle de doğuş sebebi ve nihai hedefi hakkında sayısız tartışma oldu, hala da olmakta. Bu tartışmalar sırasında da insanlar Kemalizm’i kendi siyasi görüşlerine uyarlayarak kendi ideolojik gözlükleri ile yorumluyor. Sosyalist, Türkçü, Liberal ve Sosyal Demokrat eksenlerde dört ayrı “Atatürkçü” insanı bir araya getirip ‘’Kemalizm nedir?’’ diye sorarsanız asla ama asla aynı cevabı alamazsınız. Bu tartışmalara katılanların bunu biraz indirgeyici bulacağının farkındayım fakat ben Kemalizm’in özünü ve nihai amacını Atatürk’ün şu sözlerinde çok net bir şekilde görebiliyorum: “Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir.”
Bu iki cümle, Mustafa Kemal’in idealist bir yüzbaşı olarak İttihat ve Terakki’ye katıldığı andan itibaren vefatına kadar olan süre içinde yaptığı her şeyi içinde barındırıyor. Atatürk’ün Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşatma gayesini, 1923 itibari ile yaptığı sayısız çağdaşlaşma ve toplumsal reform çalışması sayesinde zaten net bir şekilde görebiliyoruz. Bu sözünden görebildiğimiz üzere Atatürk için tam bağımsızlık, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir şekilde çağdaşça yaşayabilmesinin koşuludur. Onun olmadığı yerde bir milletin haysiyetinden ve şerefinden bahsedilemez.
İşte tam olarak bu yüzden tam bağımsızlığın koşullarından olan askeri, siyasi ve ekonomik bağımsızlıkların yanı sıra 21. Yüzyılda yaşamakta olduğumuz iklim krizi yüzünden bahsetmemiz gereken ve Türkiye için hayati önem taşıyan bir bağımsızlık türü daha var. Bunlar: ekolojik ve doğal bağımsızlık.
Ekolojik ve doğal bağımsızlık, basitçe anlatmak gerekirse bir ülkenin ekolojik ve doğal kaynaklarının herhangi bir dış etkenden bağımsız bir biçimde o ülkenin sürdürülebilirliğini sağlayabilmesi ve temin edebilmesidir. Bu sürdürülebilirliği sağlayan eşit öneme sahip üç ana dal var: Toprak, su ve ekolojik denge. Toprak, tarımdan orman arazisine, ülkenin tüm topraklarını ele alır. Su, ülkenin tatlı su kaynaklarını ele alır. Ekolojik dengeye ise başka bir sayıda ayrıca değineceğiz.
Peki bunların tam bağımsızlık ile ne alakası var? 2+2=4 diyebilen herkesin bildiği gibi, Türkiye coğrafi konumu sebebiyle çölleşme riski altında. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2023 verilerine göre Türkiye topraklarının %50,9’u orta ve %22,5’i yüksek çölleşme riski grubunda bulunuyor. Bu kadar yüksek bir çölleşme tehlikesinin üzerine yılda ortalama 500 milyon ton verimli toprağı su erozyonu ile kaybetmekteyiz. Bu, yüzölçümü açısından çoğu Yunan adasından daha büyük bir büyüklüğe tekabül ediyor. Türkiye günümüzde bile gıda üretiminde kendi kendine yetememektedir. Verimli arazilerimizi düzgün politikalar ile koruyamazsak gıdada dışa bağımlılık artacak. Gerekli toprak yönetimi, kuraklıkla mücadele ve ağaçlandırma politikaları uygulanmazsa İç Anadolu’nun bozkırları, Ege’nin koyları, Akdeniz’in sahilleri çoraklaşacak ve Türkiye Türkiye olmaktan çıkacak.
Benzer ve daha vahim bir tablo, Türkiye’nin tatlı su kaynakları için de geçerlidir. Geçtiğimiz ay, Türkiye Tabiatını Koruma Derneğinin yaptığı araştırma ve gözlemler sonucunda Türkiye’de bulunan yaklaşık 240 tatlı su gölünden 186’sının tamamen kuruduğunu açıkladı. Tarım’da bilinçsiz sulama ile açılan yasadışı kanallar çayların ve ırmakların göllere ve denize ulaşamadan kurumasına sebep oluyor. Baraj gölleri her yaz %20-25 bandına kadar çekiliyor ve bu miktar git gide azalıyor. Aynı durum yer altı su kaynakları için de geçerli. Tarım ve Orman Bakanlığının yaptığı çalışmalardaki resmi verilere göre, son 50 yılda Trakya Bölgesi’ndeki yer altı su kaynakları yerin altında normalde bulunduğu 10-30 metreden 80-200 metre derinliğe kadar gerilemiş durumda. Ortalama bir insanın susuz sadece 3-5 gün arasında hayatta kalabildiğini göz önüne alırsak krizin büyüklüğünü görmek zor değil. Türkiye’nin su politikaları sürdürülebilir değil ve bu gidişat devam ederse yakın gelecekte Türkiye kendi vatandaşına içme suyu sağlayamayacak duruma gelecek. Kendi vatandaşına içecek su bulamayan bir ülke tamamen dışa bağımlı hale gelir ve artık bağımsızlıktan söz edilemez. O ülke artık emperyalist ülkeler tarafından sömürülmeye mahkumdur.
Ulu Önder Atatürk, 1923 yılında "Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa meydana gelen zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner” demişti. Bu zaferleri bağımsızlık zaferleri olarak nitelendirirsek, 21. yüzyıl koşullarında bu söze Ekolojik ve Doğal Bağımsızlık da eklenmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmakla yükümlü olan biz Kemalistler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalmasını istiyorsak o zaman ülkemizin askeri, siyasi ve ekonomik tam bağımsızlığını nasıl koşulsuz şartsız destekleyip koruyorsak, aynı şekilde ülkemizin ekolojik ve doğal bağımsızlığını da korumak zorundayız.