Lozan Barış Konferansı’nda Türk ve Yunan Diplomasi Tekniği

Daima Konu Görseli

Doç. Dr. Çağla Derya Tağmat yazdı...

20 Kasım 1922 tarihinde toplanan Lozan Konferansı, TBMM Hükümeti için savaş alanında kazanılan zaferin masa başında da devamını sağlamak açısından çok önemliydi. Diğer yandan o dönemde henüz 38 yaşında olan Türk heyet başkanı İsmet Paşa’nın karşısındaki temsilciler, alanında uzman ve tecrübeli diplomatlardı. Yunan heyet başkanı Eleftherios Venizelos 58, İngiltere heyet başkanı Lord Curzon da 68 yaşındaydı. Curzon, kurt bir diplomat ve devlet adamı, Venizelos ise hukukçu ve Yunanistan’da başbakan olduğu 1910 yılından beri çok sayıda diplomatik görüşmeye katılmış bir siyasetçiydi. İsmet Paşa’nın ise tek tecrübesi Lozan Konferansı’ndan önce katıldığı Mudanya Mütarekesi görüşmeleriydi. Dolayısıyla karşısındaki isimlere göre neredeyse bu alanda hiç tecrübesi yoktu.

Türk heyetinin Lozan Konferansı’nda izleyeceği diplomasi tekniği konusundaki ilk sinyal konferansın ilk günü yaşanan sandalye kriziyle kendisini gösterdi. İsmet Paşa’nın alçak sandalyeye oturtulmak istenmesi ve Paşa’nın buna sert tepki göstermesi Türkiye’nin eşit şartlarda ve eşit diplomasiyle mücadele edeceğini tüm temsilcilere iletmesi açısından önemli bir göstergeydi. Diğer yandan Lord Curzon da oturuma başlamadan masaya koyduğu bastonu ve ayaklarını uzatmak için istediği tabureyle adeta bir gövde gösterisi yaptı. Bu durum konferansta kimin oyun kurucu olduğu mesajını taşıması açısından dikkat çekiciydi. Venizelos’un ise sakin ve kendine güvenen bir görüntüsü vardı. Ancak bu soğukkanlılığı uzun sürmeyecekti.

Oturumlarda görüşülen konular karmaşıklaştıkça ve tartışmalar şiddetlendikçe Venizelos yaşadığı gerilimi saklayamayacak ve gerek jest ve mimikleriyle gerekse de yüksek ses tonuyla zapt edilemez bir hale bürünecekti.

Lozan Konferansı tüm delegeler için bir diplomasi savaşı ve aynı zamanda akademisiydi. Tecrübe ya da yaş burada tüm önemini kaybetmişti. Tartışılan konular hayatî, sinirler gergindi.

Diğer önemli bir nokta da konferansı içindeki diplomasi tekniği kadar heyet başkanlarının hükümetleriyle kurdukları iletişimdi. Venizelos hiçbir sıfatı olmadan katıldığı bu konferansta tüm imza yetkisine sahip olmakla birlikte Yunanistan’daki darbe hükümetiyle iletişim içindeydi ve kendisini baskı altında hissediyordu. Muhatabı Dışişleri Bakanıydı. Tüm yazışmalarını doğrudan bu bakanlıkla yapıyor ve hemen her telgrafından şunu vurguluyordu: ‘Burada yenik bir ülkenin temsilcisi olarak bulunduğum unutulmamalıdır…’ Bu cümle, hem kendisinden istenilenlerin sınırlı tutulması hem de yaşanacak olası kayıplar için karşı tarafa yapılan önemli bir hatırlatmaydı. Bu açıdan Venizelos’un işi gerçekten zordu ancak İngiliz heyet başkanı Lord Curzon’un siyasi desteği onu güvende hissettiriyordu. Zira Türk ve Yunan temsilcilerin karşı karşıya kaldığı her konuda Curzon ağırlığını Yunanlardan yana koyuyordu.

İsmet Paşa ise iki taraflı bir telgraf trafiği içindeydi. Ankara’daki İcra vekilleri Heyeti Reisi, başka bir deyişle Hükümetin başı olan Rauf Bey ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya telgraflar çekiyor, konularla ilgili günlük bilgilendirmeler yapıyordu. Ancak konferansı ikinci aşamasında, özellikle Yunanlardan alınacak tamirat bedeli konusunda doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile telgraflaşması Rauf Bey ile arasını açacak hatta Rauf Bey Lozan dönüşü Paşa’yı karşılamaya gelmeyecekti.

Diğer yandan İsmet Paşa Lozan Konferansı sırasında Misak-ı Milli ve milli egemenlik konularını sıklıkla vurguluyordu. Bu durum alay konusu bile olmuştu. Curzon’un İsmet Paşa için laterna benzetmesi yapması, Trakya konusunda ise İsmet Paşa’nın tarih bilgisi vererek konuşması karşısında da onu tarih profesörü benzetmesi ile iğnelemesi, İsmet Paşa üzerinde pek bir etki yaratmamıştı. Zira zaman zaman işitme sorununu bile gerekçe gösteren İsmet Paşa tam hedefe kitlenmişti. Buna karşılık Venizelos çoğu zaman kendine mukayyet olmakta zorlanıyordu. Bazen ayağa kalkıp işaret parmağını sallayarak bazen de sesini yükselterek İsmet Paşa üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Dönemin kurt siyasetçilerinin karşısındaki İsmet Paşa’nın Lozan’a giderken siyah olan saçları konferansın sonuna doğru bembeyaz olmuştu.

Her iki aktörü de en çok terleten konu konferansın ikinci aşamasında tartılmaya başlandı: Tamirat bedeli konusu. Türkiye’nin, Yunanistan’ın Anadolu’da verdiği zarar ve ziyana karşılık istediği tamirat bedeli, Yunanistan için aşılamaz bir sorundu. Çünkü Yunanistan çok ciddi mali bir krizin ortasındaydı ve Venizelos’un aktardığına göre ödeme yapabilecekleri bir para da mevcut değildi. Rauf Bey ise Ankara’dan İsmet Paşa’yı sıkıştırıyordu. Bir bahriyeli olan Rauf Bey, paraları yoksa donanmalarını bile almak pahasına İsmet Paşa’yı sıkıştırırken adeta Mondros’un intikamını almak ister gibiydi. Venizelos da Yunanistan’daki darbe hükümetinin kapanına sıkılmıştı ve ipler gerilmişti. Bu durum Venizelos’un, İsmet Paşa ile baş başa görüşmeleri sırasında içinde bulunduğu açmazı İsmet Paşa’ya aktarmasına neden olmuştu ve onun çaresizliğini de gözler önüne sermişti. Konferansın ilk aşamasında neredeyse gürleyen Venizelos gitmiş, yerine ortak bir paydada buluşmak için çabalayan bir diplomat gelmişti. Konferansın ikinci aşamasında, mayıs ayında gerçekleşen oturumlarda tamirat bedeli olarak Karaağaç’ın İsmet Paşa tarafından kabul edilmesi ortalığın sakinleşmesini sağlarken konferansta sona yaklaşılmıştı. 24 Temmuz 1923 tarihinde atılan imzalarla Türkiye ciddi bir sınavı tamamlamış, tam bağımsızlığını tüm dünyaya duyurmuştu. Ancak Venizelos için durum pek iç açıcı değildi. 1920 yılında Sevr Antlaşması’nı imzalayan Venizelos, şimdi Lozan Antlaşması’na imza atmaktan dolayı çok derin bir üzüntü duyduğunu basına verdiği demeçte dile getirmiş ancak barışın sağlanmasından dolayı duyduğu huzuru da gizlememişti. Görevini tamamlamak onu rahatlatmış olsa da 1919’da ülkesini sürüklediği maceranın sonu pek de istediği gibi olmamıştı. İsmet Paşa ise Lozan’da adeta yepyeni ve modern bir diplomat olarak ciddi bir tecrübe kazanmıştı. Zira Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye’nin ilk Başbakanı olacaktı.

Yıllar sonra İsmet Paşa ve Venizelos yani Türk Kurtuluş Savaşı’nda biri cephede diğeri siyasette ayrıca Lozan’da karşı karşıya olan bu iki adam, Türkiye ve Yunanistan’ın tarihine kazınan yakınlaşma döneminde el sıkışacak ve karşılıklı ziyaretlerle ülkelerini yepyeni bir dostluk ortamına taşıyacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın dış politika ilkeleri ve barışçıl yapılandırmaları, Venizelos’un onu Nobel Barış Ödülüne aday göstermesine bile neden olacaktı. 1930’lar siyasetin nasıl tersine döneceğinin kanıtı olacak ve tarihe damga vuracaktı…