Kuraklık, Ulusal Ormanlar ve Tam Bağımsızlık İlkesi
Ulusal egemenlik, bir ülkenin dış faktörlerden baskı ya da dış faktörlere bağımlılık olmaksızın kendini yönetebilmesine denir. Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi geleneksel tanımında ulusal tam bağımsızlık 3 temel kıstasa bağlıdır. Bunlar; siyasi, ekonomik ve askeri bağımsızlıktır. Ancak günümüzde, iklim değişikliği ülke sınırlarını tanımayan kırılganlıklar ve zorluklar yaratarak bu bağımsızlığı zayıflatmakta ve ekosistemleri, ekonomileri ve toplumları hiçbir hükümetin tamamen müdahale edemeyeceği şekillerde bozarak ulusal egemenliği tehdit eder.
Nasıl mı? Enerji üretimi ile güvenliği, tarım ve gıda üretimi ve su kaynakları yukarıda bahsettiğimiz tam bağımsızlık kıstaslarından olan ekonomik istikrarın ve bağımsızlığın, dolayısıyla bir ülkenin egemen yönetiminin temel yapıtaşlarındandır ve iklim krizi bu üç faktörü doğrudan tehdit etmektedir.
Türkiye'nin normal koşullarda bile yarı kurak olarak kategorize edilen iklimi, sıcak ve kuru yazlar ile soğuk ve yağışlı kışlarla karakterize edilir; bu da ülkeyi kuraklık koşullarına karşı özellikle hassas hale getirmekte. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1960’lı yıllarda kişi başına düşen yıllık su oranı 4000 m3 iken günümüzde bu oran 1500 m3 seviyesine kadar geriledi ve 2050 yılı için yapılan projeksiyonlara göre ise 1000 m3 seviyesine düşmesi bekleniyor. Bu veriler ile Falkenmark endeksine göre Türkiye günümüzde yüksek derecede su stresi çeken bir ülke iken günümüzdeki koşulların korunduğu varsayımda bile 25 yıl sonra resmi olarak su kıtlığı çeken bir ülke olacağımızı görüyoruz. Tekrarlıyorum, bu günümüzdeki koşulların korunduğu senaryo, yani bu projeksiyonda iklim krizinin eksponansiyel bir şekilde artarak yaratacağı olumsuz etkiler ele bile alınmamakta. Vatandaşın su tüketiminin yanı sıra ülkenin su kaynaklarının en çok kullanıldığı yer ise tarım. Burada tarımda sulamanın önemini anlatmama gerek yok fakat Türkiye’nin yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ortalama olarak %70-75’i tarım için kullanılıyor. Şu an yaşamakta olduğumuz ve yakın gelecekte iklim krizinin etkilerini defalarca kat şiddetlileştireceği kuraklık sayesinde zaten verimsiz politikalar izlediğimiz tarım sektörü ve gıda üretimi gibi kritik sektörlerde azalan üretim kapasitesi ve ürün verimliliği sayesinde Türkiye Cumhuriyeti her geçen gün kendi vatandaşını kendi topraklarında besleyemez ve su ihtiyacını karşılayamaz bir hale gelmekte, bu açığı kapatmak için de gıda ve su ithalatını arttırmak zorunda kaldığında da dış ülkelere bağımlılığını arttırarak istemeden de olsa tam bağımsızlık ilkesinden ödün veriyor. Vatandaşını doyurabilmek için dışa bağımlı bir ülkede bağımsızlıktan söz edilemez.
Tarım Bakanlığı’nın ve ziraat kurumlarının verilerine göre son otuz yılda, dönemsel kuraklıklar şiddetlenerek 1990’ların başında yaklaşık her 6–7 yılda bir gerçekleşen kuraklık yerine, artık ortalama her 3–4 yılda bir ortaya çıkar hale gelmiştir. Şiddetli kuraklık yaşanan yıllarda, buğday verimlerinde %10–20, arpa ve mısır üretiminde ise benzer şekilde yaklaşık %10–15 oranında azalma görülebilmektedir. Bu verim şokları, su kıtlığı ile birleştiğinde, çiftçilerin su yetersizliğine tepki olarak ürün tercihlerinde değişikliğe gitmesi veya tarlaları nadasa bırakması nedeniyle bu tahılların ekili alanlarında da %5–10’a varan geçici düşüşlere yol açmıştır. 1990’lı yılların başından bu yana ülke nüfusu resmi verilere göre ve mülteciler sayılmadan %54 artış gösterirken tarım üretiminde bu kadar büyük bir düşüş gözükmesi ve bu düşüşün iklim krizi sebebiyle daha da şiddetli düşecek olması Türkiye Cumhuriyeti için bir milli güvenlik sorunu kapsamında değerlendirilmeli.
İklim krizi ve kuraklık dolayısıyla azalan su kaynaklarının Türkiye’yi vuracağı bir diğer sektör ise enerji üretimidir. Türkiye’nin enerji üretiminin %29una denk gelen hidroelektrik enerji yüzünden doğrudan ve yine enerji üretimimizin %35ini karşılayan termik santraller de—başta kömür, doğalgaz ve petrol ile çalışan tesisler— enerji üretimi sırasında açığa çıkan ısıdan dolayı ünitelerini soğutmak ve türbinleri döndüren buharı üretmek için dolaylı olarak suya ihtiyaç duyar. Diğer enerji üretimi biçimlerini de ele alarak (Örnek olarak jeotermal ve inşaatı sürmekte olan Nükleer Santrallar) bir bütün olarak baktığımızda, Türkiye’de üretilen enerjinin %70’i için doğrudan ya da dolaylı olarak tatlı suya ihtiyaç duymaktayız. Günümüzde bile kuraklıktan dolayı barajlarımızda azalan su seviyeleri yüzünden Türkiye’nin hidroelektrik enerjisi üretimi 2020 yılında 102 TWh iken 2021 yılında 74 TWh’ye kadar gerilemiştir ve hala 2024 de dahil olmak üzere 2020 seviyesine geri çıkamadı. Sadece 25 yıl sonra resmi olarak “su kıtlığı yaşayan” ülkelerden biri olacak Türkiye için iklim krizi ile kuraklık şiddetini eksponansiyel olarak arttırırken, tıpkı vatandaşlarının günlük kullanım ihtiyacı ve gıda üretimi ile olduğu gibi enerji üretiminde de Türkiye’ye ciddi zarar vermeye devam edecek
Peki, iklim kriziyle nasıl mücadele edebilir ve hangi önlemleri alabiliriz? Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığını korumak ve geleceğini güvence altına almak için birçok strateji geliştirilebilir fakat bu sayıda ormanların iklim değişikliğine karşı oluşturduğu doğal kalkandan ve doğrudan yarattığı olumlu etkiye değineceğim.
Ormanlar, yalnızca ekosistem dengesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda tatlı su kaynaklarının oluşumu ve sürdürülebilirliği için hayati bir rol oynar. Su havzalarını koruyarak yeraltı sularının yenilenmesine olanak tanır, tatlı suyun düzenli akışını destekler ve barajlar ile akarsuların sürekliliğini sağlar. Yaşamın temel yapı taşlarından biri olan ormanların varlığı, iklim kriziyle artan su stresi koşullarında daha da kritik hale gelmektedir. Tatlı su kaynaklarının korunması ve iklim krizinin yarattığı su dengesizliklerine karşı sürdürülebilir bir çözüm sunan ormanlar, Türkiye’nin çevresel güvenliğinin ve tam bağımsızlığının en temel ve en doğal dayanaklarından biridir.
Ağaçlar, atmosfere su buharı salarak bulut oluşumunu ve bölgesel yağış döngülerini destekler. Bu süreç, giderek ısınan iklimin yarattığı kuraklık şartlarının hafifletilmesinde de üzerinde fazla açıklamaya ihtiyaç duyulmadan kilit bir rol oynar. Ormanlar yağmur sularını toprakta tutarak doğal bir sünger misyonu üstlenerek toprak üzerindeki su akışını yavaşlatır ve aşırı yağışlar esnasında sel riskini azaltır, suyun mevsimlere daha dengeli dağılmasını sağlar. Böylelikle ormanlar, aşırı hava olaylarını dengeleyip suyun yıl boyunca istikrarlı biçimde dolaşımına katkıda bulunur. Özellikle akarsu ve baraj gölleri için bu kritik bir özelliktir. Ormanların su tutumu konusunda bir diğer kritik özelliği ise yağmur sularını yeraltına yönlendirerek yer altı sularının yenilenmesini sağlar. İklim değişikliğinin yağış düzenlerini belirsizleştirdiği günümüz çağında, bu yeraltı su depolarının güvence altında tutulması, uzun süreli su sıkıntılarına karşı önemli bir kaynak olacaktır. Hatta, özellikle Trakya ve Konya havzası gibi ormanlarını yitirmiş bölgelerimizde tarım dolayısıyla oluşan yer altı su haznelerinin kimi yerde 100-150m gerilediğini de göz altına alırsak bu bölgelerdeki kullanılmayan arazilerin ağaçlandırılıp ormanlaştırılması Türkiye Cumhuriyeti’nin kuraklık ile mücadele stratejilerinin başında gelmeli.
Yukarıdaki paragraflarda bahsettiğim ormanların su döngüsü ve su tutulması konusundaki özellikleri ve iklim koşullarının günden güne kötüleşirken suyun giderek daha değerli bir kaynak haline gelmesiyle birlikte, yabancı medyaların, kuruluşların ve siyasilerin günden güne su savaşlarının varlığından bahsettiği bir geopolitik atmosferde bütün verileri göz önüne aldığımız zaman, ulusumuzun orman ekosistemlerinin korunması ve onarılması, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi açısından hayati, tekrar vurguluyorum: hayati, önem taşır. Ancak bu sayede Türkiye, iklim ve çevresel istikrarsızlıklar karşısında daha sağlam bir savunma hattı oluşturabilir.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığını koruyabilmesi, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimiyle doğrudan bağlantılıdır. İklim krizi, su kaynaklarımız üzerindeki baskıyı her geçen gün artırırken, bu değerli kaynakların korunması ulusal güvenliğimizin, ekonomik istikrarımızın ve gıda güvenliğimizin teminatı olacaktır. Ormanların su döngüsündeki hayati rolü, suyun verimli kullanımı ve korunması için bir kalkan görevi görmektedir. Türkiye’nin orman varlığını koruma, genişletme ve kuraklığa karşı dayanıklı bir ekosistem inşa etme çabaları, ülkemizin bağımsızlık ilkesini güçlendirmekle kalmayıp gelecek nesillere yaşanabilir bir vatan bırakmanın da anahtarıdır. Su kıtlığına karşı alınacak önlemler yalnızca çevresel bir gereklilik değil, aynı zamanda Türkiye’nin tam bağımsızlığını ve ulusal egemenliğini savunmanın temel şartıdır. Bu nedenle, su kaynaklarımızın korunması ve ormanlarımızın yeniden güçlendirilmesi, geleceğimizi şekillendirecek bir ulusal strateji olmalıdır. Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi: “Ormansız ve ağaçsız bir toprak, vatan değildir”