Ortadoğu'da BOP İçin Yeni Bir Strateji: AKP-MHP-DEM Koalisyonu

Daima Konu Görseli

AKP’nin 3 Ekim 2002 tarihinde ilk hükümetini kurmasıyla birlikte başlayan iktidarı boyunca devam eden karşı devrim faaliyetleri ve Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu bataklığından alıkoyan kendine has tüm yapısal niteliklerinin yok edilmesi çabası her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor. “Türkiye Yüzyılında Sosyal Çöküş ve Direniş” başlıklı son yazımda AKP ile zirve noktasına ulaşan karşı devrimciliği tarihsel bir perspektifle anlatmış ve AKP iktidarına karşı verilen sivil mücadelenin daima süreceği vurgusuyla yazımı sonlandırmıştım. Bu yazının yayımlanmasından kısa bir süre sonra siyaset bilimcilerden gazetecilere, akademisyenlerden siyasetçilere kadar kimsenin beklemediği bir gelişme yaşandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin hepimizin akıllarına kazınan o meşhur konuşmasında, TBMM kürsüsünden avaz avaz bağırarak “Abdullah Öcalan’ın tecriti kaldırılsın, gerekirse meclise gelip DEM grubunda konuşsun, ateşkesi sağlasın” şeklindeki cümlelerinin ardından Türk siyaseti yörüngesini yeniden Türk-Kürt tartışmalarına ve terör örgütlerinin nasıl imha edileceğine yönelik her biri birbirinden rezil tezlerle şekillendirilmiş müzakere süreci ihtilaflarına çevirdi. Devlet Bahçeli’nin bu konuşmasının akabinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel de yine TBMM kürsüsünden açıklamalar yapmış ve “el yükseltiyorum” diyerek Kürtlerin kendilerini her açıdan özgür ve sahibi hissedecekleri bir ülke kurmayı vaat ediyorum” şeklinde ifadeler kullanmıştı. Bu açıklama kamuoyunda çok ciddi tartışmalar başlatmış ve kısa süre önce tanıklık ettiğimiz ihanet sürecine bu kez muhalefetin de destek olduğu alternatif senaryolar ortada gezmeye başlamıştı. Özel’in bu açıklamayı yaptığı gün grup toplantısında onu dinleyenlerden biri olarak ben de ilk önce duyduklarımı anlamlandıramamış ve hemen sonrasında CHP kurmaylarına bu ifadelerle ilgili sorular sormuştum. Konuyla ilgili görüştüğüm vekiller ve parti içi kaynaklar “CHP’nin asla böyle bir ihanet sürecine dahil olmayacağını, eğer meclisin muhatap alındığı ve Kürt sorununu(!) gerçekten çözmeyi hedefleyen bir yol açılırsa şehit ailelerini ve ulusumuzun vatansever evlatlarını incitmeden bu yolun şartları bağlamında CHP’nin desteğinin söz konusu olabileceğini” söylemişlerdi. O günün sıcaklığıyla birlikte belli bir kesim bu açıklamaları ikna edici bulmamış, diğer grup ise son derece sağduyulu stratejik bir karar olarak yorumlamıştı.

Bu açıklamaların yapıldığı günden bu yana siyasetin eksenini değiştiren bazı olayların da yaşanmış olmasının etkisiyle hepimiz gündemlerimizden yavaş yavaş soyutlamaya başlamıştık bu tartışmayı. CHP’nin tavrının ne şekilde olacağı düşünceleri yerini yavaş yavaş AKP-MHP-DEM arasındaki yakınlaşmanın gittikçe artmasıyla duyulan endişeye bırakmıştı. Fakat son bir hafta içerisinde Dünya kamuoyunun tanıklık ettiği gelişmeler, Devlet Bahçeli’nin bir hezeyandan ibaret olan çıkışının aslında çok daha büyük bir projenin parçası olabileceği tartışmasını yarattı. Bu yazı da tam olarak bu tartışmaya odaklanmak amacıyla yazıldı.

Hepimizin malumu olduğu üzere yıllardan beri Suriye’de yaşanan karışıklıklar bir hafta içinde beklenmedik ölçüde radikal değişimlere ve yıkımlara neden olarak bambaşka bir boyut kazandı. 61 yıllık Esad ailesi yönetimi, Baas rejimi, HTŞ’nin çok uzun zamandır süregelen hazırlıklarında düğmeye basılmasıyla birlikte Esad rejimini yıkarak ülkenin başkenti ve genelinde yeni otorite haline geldiğini ilan etti. Böylece Hatay Reyhanlı ile arasında yalnızca bir sınır kapısı olan bölge (Yayladağı, Altınözü, İdlib Bölgesi) ve genel olarak da Suriye, İsrail ve ABD’nin desteklediğini hepimizin bildiği HTŞ yönetimine geçti. Bu gelişmeler aslında çoğu kişinin ve Dünya ülkesinin çok değil, 15 gün önce hiç tahmin edemeyeceği bir hız ve radikal şekilde yaşandı. Gelin görün ki kamuoyuna yansıyan bir haber bu “bilmezliğe ve kestirememezliğe” istisnai bir örnek olduğunu iddia ediyor: ‘’Bölgede etkin olan ve Reuters'a konuşan bir diplomat ile Suriye'nin muhalif kanadından bir kaynak, isyancı güçlerin yaklaşık altı ay önce saldırı planlarını Türkiye'ye ilettiklerini belirtti.

İki yetkilinin aktardığına göre, muhalif güçlerin Türkiye'nin üstü kapalı onayını aldıklarını hissettiklerinde Devlet Başkanı Beşar Esad'ın iktidarını devirmek için bir fırsat yakalandığı düşünüldü.[1] Bölgedeki bir diplomat ve Suriye muhalefetinin bir üyesi olan kaynaklar, isyancıların savaşın ilk günlerinden beri Suriye muhalefetinin ana destekçisi olan Türkiye'ye haber vermeden ilerlemelerinin mümkün olmadığını söyledi. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeybatısında askerleri bulunuyor ve Suriye Milli Ordusu (SMO) da dahil olmak üzere bazı isyancılara destek veriyor - ancak ittifakın ana grubu HTŞ'yi bir terörist örgüt olarak tanımlıyor. Diplomat, isyancıların cesur planının HTŞ ve daha çok Ebu Muhammed Colani'nin (Ebu Muhammed el-Golani - gerçek adıyla Ahmed Hüseyin el Şara) fikri olduğunu söyledi. El Kaide ile olan eski bağları nedeniyle Colani, Washington, Avrupa ve Türkiye tarafından terörist olarak tanımlanıyor. Ancak son on yılda, daha önce Nusra Cephesi olarak bilinen HTŞ,  İdlib merkezli bir yarı-devlet yönetirken imajını yumuşatmaya çalıştı ve uzmanlara göre burada ticari faaliyetlerden ve halktan vergi aldı .Suriye'nin kuzeybatısındaki çatışmaları yatıştırmak için 2020'de Rusya ile bir anlaşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti, sınırını geçecek yeni bir mülteci dalgasına yol açacağı endişesiyle uzun süredir böylesine büyük bir isyancı saldırısına karşı çıkıyordu. Ancak kaynaklar, isyancıların bu yılın başlarında Ankara'nın Esad'a yönelik tutumunun sertleştiğini hissettiklerini ve Erdoğan'ın Suriye'yi rejim ile bir dizi yabancı destekçiye sahip isyancı gruplar arasında bölünmüş bırakan askeri çıkmaza siyasi bir çözüm getirmeyi amaçlayan tekrarlanan tekliflerini reddettiğini söyledi.’’

Henüz medyaya yansıdığı kadarıyla söylenenlere bakılırsa İsrail/ABD destekli bir proje olan BOP için Suriye’nin toprak bütünlüğünün yönetiminde çok ciddi değişimler yaşanırken, Türkiye’nin Güneydoğusunda ve Doğu Anadolu’nun bir kısmında emperyalizm destekli Kürt Devleti- Kürdistan projesi için kurulmuş terör örgütü PKK’nın lideri Öcalan’ın tecridinin sonlandırılması, hatta yüce mecliste konuşturulmasına yönelik söylemlerin, ülkenin sözde en milliyetçi partisi tarafından dile getiriliyor oluşu hiç de rastlantı gibi durmuyor. Bazı komplo teorileri üretmek gerekirse (bunları basit birer komplo olarak adlandırmak doğru olmaz çünkü Türkiye gibi bir ülkenin senelerdir üretilen çoğu komplo teorisini haklı çıkartacak ölçüde değişken ve kestirilemeyen bir konjonktüre sahip olduğu bilhassa sözde milliyetçi kesimin siyasal politikaları bağlamında son derece net şekilde ortadadır.) Devlet Bahçeli’nin “Türkiye’nin topraklarını da kapsayacak İsrail destekli bir Kürdistan’ın kurulumu sürecine- önceden hazırlığı yapılan Suriye projesinin de gerçekleşip başarıya ulaşmasıyla birlikte ‘’öncülük edip etmediği” sorusunu sormak son derece anlamlı ve mümkün. Eğer Abdullah Öcalan ile ilgili endişe verici söylemler pratik zeminde bir karşılık bulur ve gerçekleşirse bu yeni bir çözümün değil gerçek bir bölünmenin önünü açar. Bu bölünmenin ardından PKK yıllardan beri gerçekleştiremediği hedeflerini, kutuplaştırma siyasetinin ve Türk-Kürt kavgasının akla gelen ilk adresi olan sözde milliyetçi bir oluşum sayesinde gerçekleştirebilir. Onun için bizi neyin beklediğini bilmeye hazırlıklı olmak, en azından dile getirilemeyen fikirleri açıkça ve korkusuzca söylemek gerekir. Bahçeli bu ittifakın kuruluşuna ve ülkenin bölünüşüne kapı aralarsa sonraki nesiller onu bugünün mankurt seçmeninin aksine “bilge lider” olarak değil “Türkiye Yüzyılının en büyük yıkıcı misyoneri” olarak anacaklardır. 

 

 

 


[1] https://tr.euronews.com/2024/12/09/reuters-hts-esadi-devirme-planini-turkiyeye-6-ay-once-bildirdi