Çağdaş Uygarlık Yürüyüşü

Daima Konu Görseli

Uluç Gürkan yazdı...

Atatürk, kendi içine kapanmış ve uygarlığın gereklerinden uzak kalmış bir Türkiye’nin, Lozan’da kazandığı bağımsızlık ve özgürlüğünü koruyamayacağı görüşündedir. O’na göre, uygarlık yolunda ilerlemek ve başarı kazanmak hem “yaşamın şartıdır” hem de “çağdaş dünyada saygı görmenin ve önem kazanmanın ön koşuludur.” Ancak Atatürk’ün sözleriyle, “Türk ulusu Batı’dan çok geridedir. Uygar dünya çok ileridedir. “  Türkiye çağdaş dünyaya yetişmek ve o uygarlık alanına girmek zorundadır. Yapılan ve yapılmakta olan devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan çağa uygun uygar bir toplum haline getirmektir. Atatürk, “devrimlerimizin temel kuralı budur” demiştir.

Bu doğrultuda, geleneksel dini eğitim sonlandırılmış, laik bir eğitim sistemine adım atılmıştır… Arap alfabesinden vazgeçilmiş, Türkçe’nin yazımında Latin alfabesine geçilmiştir. Şeriat hükümlerine göre hüküm veren dini mahkemeler kaldırılmış, yerine İsviçre Medeni Kanun’unu esas alan çağdaş bir yargı sistemi kurulmuştur. Hicri takvim yerine Miladi takvim kabul edilmiştir. Kadın-erkek eşitliği sağlanmış, kadınlara seçme ve seçilme hakkı çok sayıdaki Batılı ülkeden de önce verilmiştir. Evliliklerde medeni nikâh mecburiyeti getirilmiş, birden çok kadınla evlenmek yasaklanmıştır… New York World Telegram, bu delikliklerle Atatürk’ün Türk milletini “iki bin sene ileriye götürdüğünü” yazmıştır. 

1920’lerde ve 1930’larda çok dikkatli hesaplanmış demokratik karakterli bu devrimler dizisiyle Türkiye çağdaş uygarlık yolunda hızlı adımlarla yürümeye başlamıştır. Hedef, akıl ve bilimin öncülüğünde çağdaş uygarlık seviyesine biran önce ulaşmaktır. Kemalist Türk Devrimi’ni Latin Amerika’dan izleyen José Carlos Mariátegui, Türkiye’de yaşananlara “Avrupa medeniyetinde yer almak” tanısını koymuştur:  “Sultanın bütün gücü halka devredildi. Eski bir teokrasi yerini halkçı ve laik bir cumhuriyete bıraktı. Özetle, Türkiye Avrupa medeniyetinde yer almak üzere yapılanıyor. Üstelik bunun yabancı bir dış baskıya uyma zorunluluğundan değil, kendi iç dinamiğiyle yapılanıyor…”  Türkiye’de yaşananlarla ilgili olarak Âmin Maalouf’un değerlendirmesi de Avrupa odaklıdır. Atatürk halkından “Avrupalılaşmasını” istemiş, halkı da “O’nu izlemiştir: “Doğuda pek az insan Atatürk’ün bir yandan Avrupalılara karşı canla başla mücadele verirken, bir yandan da Türkiye’yi Avrupalılaştırmayı düşlemesini bir çelişki olarak değerlendirir. O herhangi bir tarafa karşı savaş vermemiştir. Bir yerli olarak değil, diğer herkesle eşit bir insan olarak saygı görmek adına mücadele etmiştir. Mustafa Kemal ve halkı haysiyetlerini kurtardıktan sonra, modernlik yolunda ilerilere gitmeye hazırlardır artık.” 

Fransa’da 1876-1944 yılları arasında yayınlanmış olan Petit Parisien gazetesi Âmin Maalouf’un “halkının Atatürk’ü izlediği” saptamasını doğrulamıştır; “(…) bir devlet reisinin şahsiyeti ne derece yüksek ve ne derece muhteşem olursa olsun, hiçbir kimse (Atatürk) kadar bütün halkın kalbine yakın olmamıştır.”

İsveç’te yayınlanan Nya Dag gazetesi de Atatürk’ün halkının saygınlığını yükserlttiğine dikkat çekmiştir: “Türkler O’nun fevkalade eserini takip edebilecekler ve dünya nazarında esasen pek yüksek olan saygınlıklarını daha fazla yükseltebileceklerdir.”  Maalouf’un “Avrupalılaşmak”, Mariátegui’nun “Avrupa medeniyetinde yer almak” diye tanımladığı Kemalist Türk Devrimi’nin ilk yılları, Atatürk’e göre çağdaş uygarlık hedefinin ilk adımlarıdır. 

Türklüğe Dönüş

Atatürk’ün uygarlık anlayışı kültür ile eş değerdir. Bir ulusun devlet ve ekonomi yönetimi, hukuk, eğitim, ilim, düşün, güzel sanatlar ve toplumsal yaşam alanlarında yapabileceklerinin bileşkesidir. Bu bileşke, Atatürk’e göre Batı kültürünü ve yaşam tarzını taklit etmek ya da Avrupa’nın küçük bir örneği olmak değildir.  Türkiye’nin dünyada kendi özgün yerini alması, ülkesi ve ulusuyla eşit düzeyde böylece saygı görmesidir.

Atatürk döneminde çağdaşlaşma sürecinin devrimler gerçekleştirilirken, çağdaşlık atılımların ulusal bir yapı içinde bütünleştirilmesine dikkat edilmiştir. Atatürk’ün bu konudaki ödünsüzdür: “Biz batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım, diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi yapımıza uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz…” Atatürk önderliğinde başlatılan çağdaşlaşma yürüyüşü, Hilafetin getirtilmesiyle Araplaşma yolculuğunda, ardından Tanzimat’la birlikte Batılılaşma arayışında a unuttuğumuz, bize unutturulan Türklüğe dönüştür. Atatürk, 10. yıl söylevinde “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır” derken, Türk çağdaşlaşma hareketinin bu ulusal yönünü bütün açıklığıyla ortaya koymuştur.

Örneğin, Türkiye’de kadınların çok sayıdaki çağdaki Batılı ülkeden önce seçme ve seçilme hakkına kavuşması,Türklüğün kadın–erkek eşitliği temelinde unutulmuş uygar niteliğinin canlandırılmasıdır. Bunun kanıtı, öz kültürümüzü yansıtan dilimizin -Türkçemiz- Fince ve Estonca ile birlikte kadın ve erkeğin aynı sözcükle “O” denilerek tanımlandığı dünyadaki üç dilden birisi olmasıdır. Bu bağlamda, Türkçemizde kadın ve erkek atfı yapılırken ağız akışının Batıl dillerinin aksine kadını öncelediği de anımsanmalıdır.   Aynı şekilde, dini hukuk yerine medeni hukukun benimsenmesi ve devlet yönetiminde ilim ve akıl temelinde laikliğim temel alınması da Batılılaşmaktan çok, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk sultanı Tuğrul Bey’in devlet ve din işlerini birbirinden ayıran yönetim anlayışının tazelenmesidir. Tuğrul Bey Bağdat’ı fethettiğinde kendisine Halifeliği de üstlenmesi önerilince bunu reddetmiştir. Gerekçesini de “Sultan devleti yönetir. Halife de din işlerini yürütür” ilkesiyle açıklamıştır.

Kemalist çağdaşlaşma akıl, mantık ve bilim çizgisinde Batılı modelden esinlenmiş olsa da özünü ve gerçek temeli kendi öz kültürüne dayandırmış, yörüngesini de kendi gereksinimleri ve istemlerini göz önüne alarak belirlemiştir.