Lenin: Proletaryanın Sesi
20. yüzyıl birçok devrime şahit olmuştur. Çin’de Mao, Küba’da Fidel ve Che, ülkemizde Mustafa Kemal ve Rusya’da Vladimir İlyiç Lenin önderliğinde gerçekleşen devrimler. Hepsinin ortak noktası anti-emperyalist bir mücadele sergilemeleri ve bu mücadele sonucunda emperyalist taleplere direnerek başarıya ulaşmalarıdır.
Çin, Küba ve Türk devrimleri bugün hala varlıklarını devam ettirerek etki gösteriyorlarken Sovyet devrimi yokluğu ile dünyada etki göstermeye devam ediyor. Devrimin büyük önderi ve emperyalizm, kapitalizm ve sosyalizm üzerine yaptığı çalışmalar ile Marksist literatüre özgün fikirleri ile büyük katkı sunmuş Lenin’in 21 Ocak 1924 tarihli ölümü üzerinden 101 yıl geçti. Fikirleri bugün hala tartışılmaya ve incelenmeye devam ediyor. Peki Lenin’i Lenin yapan fikirler neydi?
LENİN’İN DEVLETE BAKIŞI
Lenin devlet tanımlamasında Engels’ten alıntı yapar ve devletin topluma dışardan dayatılan bir güç olmadığını, Hegel’in aksine devletin ‘‘ahlaki düşüncenin gerçekliği’’,’‘aklın imgesi ve gerçekliği’’ olmadığı noktasında Engels ile aynı fikirdedir. Lenin’ göre devlet; toplumun gelişmesinin belli bir aşamasında ortaya çıkan ve o toplumun sınıf karşıtlıklarının giderilmez bir ürünü ve ifadesidir. Devlet, sınıf karşıtlığının giderilmesinin nesnel olarak mümkün olmadığı yerde, anda ve ölçüde ortaya çıkar (Lenin,2021:19). Yani devlet sınıf karşıtlıklarının giderilemez olduğunun kanıtıdır. Devletin sınıfları uzlaştırdığı yönündeki görüşlere de katılmayan Lenin Marx’tan alıntı yaparak devam eder. Marx’a göre eğer sınıfları uzlaştırmak mümkün olsaydı ne bir devlet ne ortaya çıkardı ne de varlığını sürdürebilirdi. Burada Lenin küçük burjuva ve dar kafalı profesörleri eleştirerek devletin sınıfları uzlaştırmadığını vurgular. Marx’tan devam eder ve şu şekilde devam eder:
“Devlet bir sınıfın egemenlik organıdır, bir sınıfın bir başkasını ezmesini sağlayan organıdır; sınıflar arasındaki çatışmayı yumuşatarak bu baskıyı yasallaştıran ve ona süreklilik kazandıran ‘düzen’in kurulmasıdır.” (Lenin,2021:20)
Devlet sınıf sömürüsünü oluşturuyor ise sınıfların olmadığı veya ortadan kalktığı bir durumda devlete ne olacaktır? Devlet varlığına devam mı edecektir, başka bir şekle mi bürünecektir yoksa başka bir durum mu ortaya çıkacaktır? Lenin sınıf sömürüsünün bittiği, sınıfların ortadan kalktığı anda devletin sönümleneceğini ileri sürer ve bu noktada Engels’in yorumuna başvurur. Devlet sınıf sömürüsüne bağlı var olduğu için sömürünün bittiği noktada da var olmak için sebebi kalmayacaktır ve sönümlenecektir.
Bu tartışma Sovyet Devrimi’nden sonra merkezileşmeye başlayan parti iktidarına karşı muhalefet oluşmasına sebep olmuştur. Sosyalist bir ihtilal gerçekleştiyse devlet faaliyetlerinin azalması gerekmez miydi? Bu tartışmalar Sovyet Devrimi’nin meşruiyetini sorgulanmasına sebep olan tartışmalardı. Lenin ise “somut durumun somut analizi” ilkesi çerçevesince ilerlemiş ve Engels’in sönümlenme tezini devlet müdahalesini haklılaştıracak şekilde yeniden yorumlama girişimde bulunmuştur (Özdemir,2022:282).
Anarşistlerin kullandığı “ortadan kalkma” ve Engels’in bahsettiği “sönümlenme” aynı şey değildir. Burjuva devletinin ortadan kaldırılması ile sosyalist devrimden sonra gerçekleşecek olan sönümlenme birbirinden farklıdır. Engels’e göre burjuva devleti “yok olup gitmez”; aksine, devrim süreci içinde proletarya tarafından “ortadan kaldırılır”. Bu devrimden sonra (yani sosyalist devrimden sonra) yok olup giden şey proletarya devleti ya da yarı-devlettir (Lenin,2021:31). Yani Lenin’e göre önce burjuvazinin devleti devrim ile ortadan kaldırılacak ve yerine proletarya diktatörlüğü ile inşa edilen bir devlet kurulacaktır. Zaman içinde sönümlenecek olan ise bu proletarya diktatörlüğüdür. Proletarya diktatörlüğü ise devletin sınıfsız bir topluma geçebilmesi için gerekli toplumsal dönüşümleri gerçekleştirecektir. Devlet “özel bir baskı gücü”nü (proletarya diktatörlüğünü) kullanarak üretim araçları üzerindeki mülkiyete toplum adına el koyacaktır. İşte bu eylem “devlet olarak devletin ortadan kaldırılmasıdır”.
Lenin’e göre Engels net bir biçimde sönme meselesini sosyalist bir devrimden sonraki dönemde gerçekleşeceğini anlatır (Lenin,2021:32). Lenin’e göre proletarya diktatörlüğü, burjuva demokrasilerinin aksine, tam demokrasidir. Bu nedenle sönümlenme koşulları oluşmadan devletin yok olması demek demokrasinin de yok olması demektir. Son kertede Lenin devletin ne olduğu ve nasıl sönümleneceği sorularına Engels’ten yararlanarak kendine özgü bir bakış açısı geliştirmiştir.
Peki Lenin Sovyet Devriminden önce neler yapıyordu? Birinci Dünya Savaşına bakışı nasıldı?
LENİN VE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Lenin Birinci Dünya Savaşı'na savaşın başından beri karşıydı. Savaşın emperyalist bir savaş olduğunu söylüyordu. Lenin’e göre emperyalizm kapitalizmin en yüksel, tekelci ve özel bir aşamasıdır. Kapitalist serbest rekabet, üretimin yoğunlaşmasına yol açıyor ve bu belli bir tarihsel aşamada tekelciliğe doğru gidiyordu. Lenin’e göre, üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır; sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır, dünyayı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur, en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır (Lenin,1992:95).
Yani emperyalizm; tekellerin ve mali-sermayelerin egemenliğinin ortaya çıktığı ve sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı bir anda, en büyük kapitalist devletlerce dünyanın paylaşılmasıdır. Birinci Dünya Savaşı dediğimiz savaş ise bu aşamanın tezahürüdür.
Cihan Harbi’nin yaklaşmaya başlandığı bir dönemde İkinci Enternasyonal savaş ve militarizm ile ilgili sorunlarla daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Enternasyonal’in 1907 Stuttgart, 1910 Kopenhag ve 1912 Basel kongrelerinde alığı kararlar savaşa kesinlikle karşı olunacağıydı. Eğer savaş çıkma tehlikesi belirirse, söz konusu ülkelerin işçi sınıflarının ve onların parlamentodaki temsilcilerinin görevi, Uluslararası Sosyalist Büro’nun koordinasyon desteğiyle, savaşın çıkmasını engellemek için her türlü çabayı göstermektir. Kopenhag’da sosyal demokratların savaş bütçesine olumlu oy kullanmayacağı belirtilmiş, Basel kongresinde Stuttgart ve Kopenhag kongrelerinde belirtilen, savaşa karşı savaş için bütün ülkelerdeki proletaryanın savaşa karşı olması gerektiği tekrar vurgulanmıştı. En önemli görev Almanya, Fransa ve İngiltere emekçilerine düşüyordu. Fakat 4 Ağustos 1914 günü uluslararası işçi hareketi için bir darbeydi.
Avrupa’nın işçi sınıfına dayanan en köklü partilerinden olan ve Enternasyonal’in kurucularından olan, dönemin en etkili partilerinden birisi olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Enternasyonal’in savaş karşıtı durulması gerektiği, savaş bütçelerine olumlu oy kullanılmaması gerektiği kararına ihanet ederek Almanya’nın savaş bütçesine olumlu oy kullanmıştır. Ayrıca Almanca Burgfrieden (iç barış ya da toplumsal barış) olarak adlandırılacak olan sınıflar arası barış ilan ettiler. (Savran,2024:19) Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğinde Spartaküs Birliği bu karara itiraz etmiştir. Aralık ayında yapılacak olan ikinci savaş bütçesi oylamasında bütün mecliste tek başına Liebknecht hayır oyu kullandı.
Liebknecht bu tutumunu savaş boyu devam ettirmiştir. Savaşa karşıtlık konusunda Lenin ile aynı fikirdedir. Bu olay Lenin’in gözünde Sosyal Demokratların değişmesine yol açmış ve daha sonra şu sözleri sarf etmiştir:
“Bugün Alman ‘sosyal-demokrat’ partisi denen partinin önderlerine pek haklı olarak ‘sosyal emperyalistler’ yani sözde sosyalist, gerçekte emperyalist deniyor.”
(Lenin,1992:117)
Bu sırada Bolşevikler savaşın başında olduğu gibi savaş karşıtlığına devam ediyordu. Dünya üzerindeki işçilerin örgütlenmesi için çalışılıyordu. 1915’te İskoçya’da 450 bin işçi greve çıktı, Britanya Hükümeti bunun üzerine savaş döneminde işçilerin yüzde 80’ine grevi yasaklayan bir dizi yasal düzenlemeye gider. Buna rağmen 1916 İskoçya’da 275 bin işçi greve çıkacaktır (Savran,2024:84). 1916 bahar aylarında ise İrlanda’da savaş döneminin ilk kitlesel ayaklanması olan Paskalya Ayaklanması yaşandı. Bu olaylar ile İrlanda ulusal kurtuluş mücadelesi sonucunda bağımsız bir İrlanda ortaya çıktı. 29 Haziran 1916’da savaş karşıtı Liebknecht’in yargılanmasına tepki göstermek amacıyla 55 bin işçi Almanya’da grev düzenledi. Ocak 1916’da ise “Kanlı Pazar” olarak anılan 1905 devrimini tetikleyen olayları anmak için 100 bin işçi Petrograd’da greve gitti.
Bütün bu gelişmelere bakıldığında Bolşevik Partisi ve Enternasyonal’in Alman Sosyal Demokratlarının ihanetine rağmen Avrupa’da işçileri harekete geçirme konusunda bir hareketlilik yarattığı söylenebilir. 1917 ise Dünya tarihi açısından bambaşka bir öneme sahip olan Ekim Devrimine sahne olacaktır.
LENİN VE EKİM DEVRİMİ
Rusya’da 1905 yılından itibaren huzursuzluklar baş göstermekteydi. 1904 Rus-Japon savaşında Rusya’nın kaybı halka huzursuzluklar yaratmıştı. Halk kitlelerinin bağrından gelişen başkaldırı Bolşevikler, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler önderliğinde 5 Aralık 1905’te genel greve başladı. 7-19 Aralık tarihlerinde Moskova Ayaklanması başlamıştı.
Ayaklanmanın ilk iki günü barışçıl geçerken 9 Aralık günü silahlı çatışmalara dönmüş ve Çarlık ordusunun silahlı saldırıları yüzünden yüzlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Ayaklanma 16 Aralık’ta isyancılara karşı Çarlık ordularının kesin vur emri almasıyla 17 Aralık’ta bastırılmıştır. 19 Aralık’ta ise yenilginin farkına varan Bolşevikler işçilere geri dönmeleri için talimat verirler. Bu ayaklanma sonucunda 1906 yılında Rusya anayasal monarşiye geçildi ve 27 Nisan 1906’da DUMA açıldı. Lenin 1905 Devrimi için ise şu cümleleri sarf etmiştir:
“1905 provası olmasaydı 1917 Ekim Devrimi asla olmazdı.”
Bu huzursuzluk yine halk kitlelerinin bağrından doğan bir ayaklanma ile 1917 yılında yeni takvimle 8 Mart günü (eski Rus takvimine göre 23 Şubat) Petrograd’da kadın işçilerin isyanı bir devrimle sonuçlandı. Bu devrim ile Çar devrildi ve Rusya’da yepyeni bir politik durum doğmuş oldu. Devrimden sonra ise çelişkiler bitmedi. Devrimden sonra Menşevikler ’in çoğunlukta olduğu bir burjuva hükümeti kurulmuştu. Şubat Devrimi’ni gerçekleştiren proletarya olduğu halde Çar’ın devrilmesinden sonra iktidara burjuvazi oturmuştu (Savran,2024:125). Devrimin ilk dört ayında burjuva hükümetinin vaatlerini yerine getirememesi büyük eylemlere sebep oldu. Nisan, Haziran ve Temmuz ayları çalkantılı geçti.
Ağustos ayında General Kornilov iktidarı ele geçirmek üzere bir darbe girişiminde bulundu fakat işçi sınıfı ve devrimci askerlerin direnişi bu darbeye engel oldu.
Bu olay Ekim Devrimi’ne giden yolda Bolşeviklerin elini güçlendirdi. Lenin ise bu süreç içerisinde yeraltına girdi. Devrim zafere ulaşıncaya kadar Finlandiya’da saklandı, Ekim ayaklanmasında pratik bir görev üstlenemedi. Eylül boyunca ve Ekim’in başında üst üste bir yazı ve mektupla Merkez Komitesi’ni ayaklanma yönünde harekete geçmeye çağırdı.
Nihayet 25 Ekim 1917 (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) tarihinde Bolşevikler önderliğinde Petrograd’da çıkan ayaklanma başladı. 26 Ekim 1917’de Petrograd’daki Kışlık Saray ele geçirildi ve geçici hükümet devrildi.
Ekim Devrimi ile işçi ve köylüler devlet iktidarını ele geçirdiler. Bu tarihte bir dönüm noktası yaratacak ve proleter devrimler çağının başlamasına vesile olacaktır.
SOVYETLER VE ULUSLAR SORUNU
Devrimden sonra gelen en önemli sorunlardan birisi Çarlık Rusya içerisinde bulunan ezilen ulusların geleceğinin ne olacağı sorunudur. Burada kendi kaderini tayin hakkı meselesi gündeme geliyor. Kendi kaderini tayin hakkı kökenlerini Fransız İhtilali içerisinde bulsa da 20. Yüzyılda Marksistler tarafından Avrupa kapitalizmine ve emperyalizmine karşı bir desteklenebilecek stratejik bir hamle olarak düşünülmüştü. Bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı kapsamında desteklenmesi için o ulusun anti- kapitalist ve anti-emperyalist bir harekette bulunması ve proleter bir dayanışmanın varlığı içerisinde hareket etmesi gerekiyordu. Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı anlamında düşündüklerini Wilson İlkeleri içerisinde bahsedilen kendi kaderini tayin hakkı ile karıştırmamak gerek. Wilson İlkeleri “sahte” ilkelerdir ve Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden imparatorluklara karşı iç müdahaleyi olanaklı kılmak amaçlı emperyalist ilkelerdir. Fakat Lenin’in ilkelerinde böyle bir asla durum söz konusu değildir.
Lenin’e göre ulusun birliği asla parçalanmamalı, tersine toplumsal kurtuluş aracılığıyla örgütlenmelidir. Ulusun birliği ancak dışardaki ve içerideki sömürücü güçlere karşı birliği savunmak ile mümkün olacaktı. Ulusun emperyalizme karşı bir duruşu olmalıydı ve ulus emperyalizme en önemli direnç olmalıydı. Ulus birliğinin sömürü karşıtı etkisine yapılan bu vurgu 20.yy’de toplumsal kurtuluş mücadelelerinin içerdiği anti-emperyalist, sosyalist ve milliyetçi çizgileri öncelemesi açısından önemlidir (Özdemir,2022:292). Tarihçi Moshe Lewin ise Lenin için şunları söyler:
“Lenin merkeziyetçiliğin erdemlerine kesin bir inançtan ‘federalizmin kaçınılmazlığını’ kabul etme noktasına geldi. İlk başta, ulusal özgüllerin üniter bir devlet çatısı altında bağdaştırılması gerektiğini düşünüyordu, ama sonradan birbiriyle akde dayalı ilişkilere girecek, etnik temelde devletin kurulmasını savunmaya başladı. Kültürel özerkliği yekten reddetme noktasından bu özerkliğin teritoryal ve diğer boyutlarını tanıma noktasına geldi.” (Lewin,2022:34)
Lenin’e göre ulusların bağımsızlığı yok edilmemeli, eşit haklara sahip bağımsız bir cumhuriyetler federasyonundan oluşan bir üst kademe yaratılması gerekiyordu. Lenin’e göre SSCB’nin kurulması zorunluydu. Diplomatik aygıt merkezde kalmalı, ulusal diller güvence altına alınmalı, yerel ekonomiler merkezi bir iktidar ile canlandırılmalıydı.
30 Aralık 1922’de Lenin’in hayatının son siyasi zaferi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu. Rusya dahil tüm cumhuriyetler, birlikten ayrılma hakları saklı tutularak, ortak bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurmak üzere bir araya geldiler.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda bugün mikro-milliyetçi hareketlerle emperyalizmden medet umanların Lenin’in sahip olduğu ulusların kendi kaderini tayin hakkına bakış açıları ile alakaları yoktur. Öncelikli olarak anti-emperyalist bir duruş benimsememişlerdir. Emperyalist güç savaşları içerisinde araçsallaştırılmışlardır. Bu tür bir milliyetçilik hareketi sergileyen ulusların milliyetçiliğinin meşru bir yanı bulunmamaktadır.
Lenin devlet, emperyalizm ve kapitalizm üzerine yazdıklarıyla Marksist literatüre büyük katkıda bulunmuş, yaşamını ezilen sınıflar için adamış, dünyada üzerindeki bütün proletaryaya önder olmayı başarmıştır.
Kaynakça
-Ali Murat ÖZDEMİR, Genel Kamu Hukuku, İmge Yayınevi, 2022
-Moshe LEWIN, Sovyet Yüzyılı, İletişim Yayınevi, 2022
-Sungur SAVRAN, Lenin: Dünya Devriminin Önderi, Yordam Kitap, 2024
-V.İ. LENİN, Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, 1992
-V.İ. LENİN, Devrim Ve Devlet, Yordam Kitap, 2021