Adı Koyulmamış Süreç
22 Ekim 2024 tarihinde, Bahçeli’nin Öcalan çıkışıyla henüz ne olduğunu anlayamadığımız bir süreç başlatılmış oldu. Bu yazıda başlatılan süreci, Suriye’deki gelişmelerle bağlantısını yakın tarihten faydalanarak inceleyeceğiz. Amacım amiyane tabirle “analiz kasmak” değil, olayları anlamlandırmak için sorgulamaktır. Bu nedenle sorular üzerinden gideceğim.
Her şeyden önce yakın tarihi hatırlamakta fayda var. Temelleri önceden atılan tam tarih verilememekle birlikte 2012-2015 yılları arasında adına “çözüm süreci”, “demokratik açılım” ya da “Kürt açılımı” denilen İmralı’da Abdullah Öcalan ile terörü bitirme vaadiyle görüşmeler yürüterek bir süreç başlatıldı. Bu süreçteki bazı önemli olaylar şunlardır:
- Bölücü terör örgütü kurucularından Sakine Cansız’ın Fransa’da öldürülmesi
- 2013, 2014 ve 2015 Nevruz bayramında Öcalan’ın mektubunun okunması
- Toplumu bu sürece ikna etmek için “akil insanlar heyeti”nin kurulması
- Gezi Direnişi
- Andımız’ın kaldırılması
- IŞİD terör örgütünün Ayn El Arab’a saldırması
- 6-8 Ekim 2014 olayları
- Dolmabahçe açıklaması
Süreç iktidardaki AKP ile BDP (sonradan HDP) heyeti arasında yürüdü. O dönemde muhalefetteki CHP ve MHP sürecin karşısındaydı. Bugün yaşananlara benzer şekilde eski süreç de şeffaflıktan uzak ve sonucu kestirilemeyecek şekilde ilerledi. Zaman zaman taraflar arasında güvensizlikten kaynaklı gerilmeler ve karşılıklı suçlamalar yaşandı.
Barış, kardeşlik, demokrasi sloganlarıyla satılmaya çalışılan sürecin sonu milletimiz için pek hayırlı olmadı. Zaman içinde terör örgütü kırsaldan kentlere indi ve birçok yere silah ve mühimmat depoladı. Bütün bu olayların ardından devlet bu şehirleri terörden temizlemek için “hendek operasyonları” olarak bildiğimiz askeri operasyonları gerçekleştirdi. Yüzlerce şehit verdiğimiz bu operasyonların ardından bölge kontrol altına alındı. Yaşananlar bize göstermiştir ki barış, kardeşlik ve demokrasi sadece bir hikayeden ibarettir. Bölücü terörün güvenilemeyecek bir yapı olduğu, her fırsatı kendi emellerini gerçekleştirmek için kullanmaya çalıştığı anlaşılmıştır.
Türkiye’de yaşanan bu gelişmeleri Suriye’deki gelişmelerden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. 2011 yılı başında Suriye’de başlayan savaş Türkiye’de bu süreç devam ederken bütün şiddetiyle sürüyordu. Suriye’deki gelişmeler ülkemizdeki sürece yön veriyordu. IŞİD terör örgütünün Ayn El Arab’a saldırması Türkiye’deki 6-8 Ekim olaylarınının fitilini ateşledi. O zaman akla şu soru geliyor: “Madem bu bir demokratikleşme süreci, madem ülke içinde kardeşlik tesis edilmek isteniyor neden dış dinamikler bu sürece yön veriyor?” Çözüm süreci devam ederken Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti oluşması aynı anda düşünülürse sanırım sorunun cevabı herkes için çok açık olur.
İktidar tarafının neo-Osmanlıcılık ve ümmetçilik anlayışıyla hareket ettiğini söyleyebiliriz. Orta Doğu’daki bütün gelişmelere yaklaşım tarzları ve söylemleri bunu doğrular niteliktedir. Tarih bize üretilen birçok kurtuluş formülünün yanlış ve işlevsiz olduğunu, bizi kurtuluşa ulaştıran yolun Türk ulus kimliği ve milli siyaset olduğunu göstermiştir. Günümüzde de ortada bu gerçeği değiştirecek hiçbir sebep yoktur.
Yakın tarihi hatırladığımıza göre bugüne gelebiliriz. Yeni anayasa tartışmaları, Suriye’de iktidarın değişmesi ve ikinci adı konulmamış süreç birlikte değerlendirilmelidir. Her şeyden önce bu sürecin ortaya çıkışını anlamlandıramayan ve “devleti yönetenlerin vardır bir bildikleri” düşüncesiyle hareket eden insanlara cevap vermek gerekir. Vaktiyle kurtuluş mücadelesini başlatanlar aynı mantıkla hareket etmiş olsaydı bugün üstünde yaşayacağımız bir vatan toprağı bulunacak mıydı? Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak bize düşen görev kişilere biat etmek değil, olayları sorgulamak ve anlamaktır.
Yeni anayasa tartışmaları bu sürecin neresinde? Bu sürecin bir “al gülüm, ver gülüm” olayı olduğu intibası çoğu insanda oluşmuştur. Burada hangi şartlarda kim ne verecek, kim ne alacak? Bir anayasa pazarlığı olacaksa hangi maddeler üzerinde olacak? Anayasadaki Türk tanımı, özerklik, anadilde eğitim, başkanlık sisteminde düzenleme bir pazarlık konusu olacak mı? Eğer olacaksa Orta Doğu'daki ulus kimliğinden arındırılmış, etnik ve mezhepsel dengelere göre yönetilen Irak ve Lübnan gibi ülkelere benzememiz işten bile değildir.
Sanıyorum en önemli soru bu sürecin topluma gerçekten bir çözüm getirip getirmeyeceği sorusudur. Örneğin Irak’taki çözüm insanlara barış ve demokrasi getirdi mi? Yıllardır bölge halkı feodal otoriteler tarafından yönetilmektedir. Suriye örneğinde de durum ilham alınacak türden değildir. İthal silahlı güçlerle bölgenin demografik yapısı ciddi ölçüde değiştirilmiş ve uluslararası sermayenin petrol kuyusu bekçiliği görevi verilen bir yapı tesis edilmiştir. Her iki örnekteki halka hizmet etmeyen yapıların neye ve kime hizmet ettiği ciddi bir soru işaretidir.
Sonuç olarak ülkemizin yakın tarihi, coğrafyamızdaki örnekler ve içinden geçtiğimiz baskı dönemi ülkemizin ve milletimizin hayrına bir sürecin işlemediğini bize düşündürmektedir. Zaman zaman kurulan “ya biz çözeriz, ya emperyal güçler” tarzındaki tehditvari cümleler bu kanıyı güçlendirmektedir. Yukarıda sıraladığım sorulara akılcı, mantıklı ve ikna edici cevaplar verilmediği sürece bu kanının değişmesi mümkün değildir. Bir pazarlık dahilinde kurulan ve milletin hayrına olmayan her yapı çürüktür ve yıkılmaya mahkumdur.